Korkunç! Ama belki de on dakika önce karşılaşmaları yetecekken bu kadını yitirmek de korkunç. Bir memura sormak için ondan uzaklaşıyor (hayır, Fransa treni değil bu), sonra ona dönüyor, koşuyor neredeyse. Bu sırada, rıhtımın ötesinde başka bir tren beliriyor. Solange'ın vagonu duruncaya dek kaç saniye geçer? Otuz beş mi? Otuz beş saniyede Aztek tipinden bir yabancı kıza yaklaşılır da "Tanrı aşkına izin verin de sizi gene göreyim, bana bir randevu verin!" diyebilir mi? Bunu söylerken, vb... vb... için bakışına yeterince etkinlik, yalvarış, içtenlik, güven, vb. vb. katabilir mi? Bunu (sapkınlık karışıyor işin içine), Solange orada, iki yüz metrede, yüz metrede bakışının erimindeyken yapmak isterdi. "Tanrım! Tanrım! nasıl istiyorum onunla sevişmeyi! Tanrım, bana bir akıl ver! Tanrım, bana yardım et!" (Düşüncesinde diz çöküyor.) "Bütün ömrümce" diye mırıldanıyor, "bütün ömrümce mutlu edeceğim onu." Tren peron boyunca kayıyor. Costals deliye dönüyor. "Demek onu elde edemeyeceğim!" Gözyaşına yakın bir şeyler yürüyor gözlerine. Dönüyor, öfkeli, umutsuz, Solange'a kızgın, bilinmedik kızdan uzaklaşıyor. Bari onu bir daha görmese! Bir daha hiç görmese bu yüzü! Onu unutabilse! İşte bir vagon penceresinde başka bir yüz, dün az önceki Cenovalı kız gibi adanmış toprak, bugün fazla elde edilmiş, fazla .senli benli, fakat sıradan... Matmazel Dandillot, sevinç İçinde, güven içinde, kendisini buraya çağırmış olanı bulduğu şu anda, onun kendisini nasıl aldattığını, kendisine nasıl ihanet ettiğini, hatta nasıl lanet ettiğini hiçbir zaman bilemeyecek.
Kalabalık içinde kısa bir öpüş kondurdu yanağına, bir koca öpüşü. Sonra bir bahane bulmak istercesine bir hamal arıyordu, —gereksiz bir şeydi bu, Solange yalnızca küçük bir okullu çantasıyla gelmişti- çünkü ona ne diyeceğini bilemiyordu.
Otele girdikleri zaman, holde bir sıkılma, bir soğukluk oldu. Geçen gün, içeriye girince, sırf "Bir daire tutabilir miyim?" diye sorma biçimiyle nefret uyandırmıştı.
Solange kâğıdın üzerine eğilmişti. Costals, "Onu yalan söylerken görmek hoşuma gider" diye düşündü. Solange Costals diye yazacağını biliyordu. Genç kızın yüzü güzel, ciddiydi. Otel müdürü, yazışına dikkatle bakıyordu. Kapıcı ile küçük uşak, alçak sesle bir şeyler konuştular.
Merdivende, hoşnutlukla:
"Melekler gibi yalan söylüyorsunuz" diye mırıldandı. "Bunu yapamayacaksınız diye korkuyordum, yalan söyleyememek gerçek gerçek bir hastalıktır."
"Umursamadığım kimseleri aldatabilirim. Sevdiğim birini aldatamazdım."
"Evet, ben de aldatamam. Ama yarım sevdiğim birini aldatabilirim."
0 Yorumlar