İşimizi henüz bitirmiştik ki geçitten Hindley Earnshaw'nun ayak seslerini duydum. Yardımcım kuyruğunu kısarak duvar dibine sindi. Ben de en yakın kapı aralığına gizlendim.
Aşağı doğru bir yuvarlanışla uzun bir uluma duyunca, köpeğin saklanmayı pek beceremediğini anladım. Ben daha şanslı çıktım. Yanımdan geçti, odasına girdi, kapıyı kapadı.
Onun hemen arkasında da Joseph, Hareton'ı yatırmaya geldi. Ben de meğer Hareton'ın odasına sığınmışım. İhtiyar beni görünce:
- Bu evde hem sana, hem de gibirine yer bulundu desem yeri va' diye söylendi. Oda zati boş, buraya gibirinlen yerleşebilirsin. Örneğine gelince o da böyle kötü meclislerde hep üçüncü gişi olur.
Bu habere sevinerek odaya girdim. Ocağın başındaki koltuklardan birine kendimi atar atmaz da başım önüme düştü, uyuyakaldım. Uykum hem derin, hem de pek tatlıydı ama pek de çabuk sona erdi. Bay Heathcliff beni uyandırdı yeni gelmişti, o sevgi dolu tavrıyla bana burada ne yaptığımı sordu. Geç saate kadar uyanık kalmamın nedenini, odamızın anahtarının onun cebinde kaldığını anlattım. Odamız sözü ona büyük bir hakaret oldu. Küfürler savurarak odanın benim olmadığını söyledi, şey edeceğini... Onun sözlerini tekrarlamayacağım gibi her zamanki davranışını da anlatmayacağım. Nefretimi uyandırmakta öylesine kararlı, öylesine usta ki, korkumu bile unutacak kadar şaşırıyorum bazen. Bir yırtıcı kaplan, bir zehirli yılan bile bende onun uyandırdığı korkuyu uyandıramaz. Bana Catherine'in hastalığını anlattı, ağabeyimi buna neden olmakla suçladı. Edgar'a cezasını verme fırsatını ele geçirinceye kadar da bunun acısını benden çıkaracağını söyledi.
Ondan nefret ediyorum. Ben mahvoldum. Budalalık ettim. Sakın ha, Grange'de hiç kimseye bunların bir tek kelimesini bile tekrarlayayım deme. Seni her gün bekleyeceğim. Beni hayal kırıklığına uğratma.
İsabella, bu mektubu okur okumaz beye gittim. Kız kardeşinin Uğultulu Tepeler'e geldiğini, bana Bayan Linton'ın hastalanmasından duyduğu üzüntüyü belirten bir mektup gönderdiğini, ağabeyine çok özlediğini, ayrıca kendisinin bağışlandığını gösteren bir şeyin acele ona yollanmasını istediğini anlattım.
Edgar Linton:
- Bağışlamak mı? dedi. Ortada bağışlanacak bir şey yok ki. İstersen bugün öğleden sonra, Uğultulu Tepeler'e gidip, benim kızgın olmadığımı, sadece onu kaybettiğim için üzüldüğümü söyleyebilirsin Ellen. Hele hiçbir zaman mutlu olacağına inanmadığım için daha da üzgünüm. Benim onun görmeye gitmem söz konusu olamaz elbette. Artık sonsuza kadar ayrıldık. beni gerçekten sevindirmek istiyorsa, evlendiği o rezil herifi bu ülkeden uzaklaşmaya kandırsın.
Yalvarırcasına:
- Peki ama ona kısacık bir mektup yazmayacak mısınız efendim? diye sordum.
- Hayır, dedi. Buna gerek yok. Heathcliff'in ailesiyle aramdaki haberleşme onun Linton ailesiyle arasındaki haberleşme kadar seyrek olacak yani hiç haberleşmeyeceğiz.
İsabella'yı teselli için bir iki satır yazmayı bile reddedişini makul gösterebilmek üzere neler yapmam gerektiğini düşündüm.
İsabella'nın beni sabahtan beri beklediğini çekinmeden söyleyebilirim. Bahçenin yolunda yürürken pencereden baktığını gördüm. Ben başımı sallayarak selam verdim ama o sanki görülmekten korkuyormuş gibi hemen geri çekildi.
Kapıyı vurmadan içeri girdim. O eski neşeli evin öyle korkunç, kasvetli bir hali vardı ki bu manzara kadar müthiş bir şey olamaz. Doğrusu, genç hanımın yerinde olsaydım hiç olmazsa ocak başını süpürür, masaların tozunu alırdım, bunu itiraf etmeliyim. Ama o daha şimdiden çevresindeki kayıtsızlık, umursamazlık havasına kendini uydurmuştu. Güzel yüzü solgun, bezgindi. Saçları kıvrılmamıştı. Perçemlerin bir kısmı dümdüz aşağıya doğru iniyordu, bazıları ise başının etrafına gelişigüzel tutturulmuştu. Elbisesine de geceden beri elini sürmemişti belli ki.
Hindley yoktu. Heathcliff, bir masanın başında, cep defterini karıştırıyordu ben içeri girince kalktı, dostça hatırımı sordu, oturmam için iskemle gösterdi.
0 Yorumlar