Olanları durdurmak için hiçbir şey yapmamış olmamız bir rezalet. Parfümü L'Air du Temps'dı. Utanıyorum, dedi. Maddi servetimden utanıyorum. Konforlu, rahat hayatımdan. Anlıyorsun, değil mi? Küpeleri burcuna uygun, altından birer akrepti. Avrupalı olmaktan utanıyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Nedense burcuyla gurur duyardı. Fransız oluşuyla gurur duyduğu gibi. İnsanlar ölüyor, dedi, biz burada sözleşme şartlarımızın derdindeyiz. Altın akreplerin gözleri yakuttandı. İnsanlar ölüyor, biz burada oturmuş iş koşullarımızı dert ediyoruz, diye ısrar etti. İşte, diye düşündüm, krarlı biçimde başka yöne bakarak, ama yine de, saçını geriye ittiğinde tanıdık bir bilezik şıkırtısını işiterek, hayatının en yoğun ilişkisini yaşadığın kadın, insanlar acı çekiyor, diyordu. Acaba kaçımız hayata dair doğru dürüst bir bakış açısına sahip diye merak ediyor insan. Bunu öyle bir tonda söyledi ki, diye geçiyor aklımdan şu anda, aradan belki yirmi dört saat geçtikten sonra, Meditasyon Odası denen yerde, burası bir ibadet mekânı olmadığı hâlde bedenim genellikle dua pozisyonu olarak adlandırılan pozisyonda, inanan biri olmadığım hâlde başımı eğmiş, ellerimi bitiştirmiş otururken -bunu öyle bir tonda söyledi ki, sanki okutmanlar sendikası resmi temsilcisi sıfatıyla bizzat benim, tehdit altında olmakla birlikte daima rahat konumdaki okutmanların yersiz hıncını bir şekilde körüklediğimi, benim sorumlu olduğumu ima ediyordu; sanki çektiğimiz acının, belki de benim kendi acımı kastediyordu; talihsiz Boşnak çocukların acısıyla kıyaslandığında solda sıfır kaldığını kavrayacak duyarlılığa sahip dünyadaki tek insan oydu.
Aslında gayet iyi yaşıyoruz. Siyah giydiğinde hep pembe ruj sürer. Yani her gün kesilip biçilen, açlıktan ölen o çocuklara kıyasla demek istiyorum. Anlıyorsun, değil mi? Tırnaklarını aynı renge boyamayı asla ihmal etmez; bayıldığım bir şeydir. Çok hoşuma gider. Bu arada kurumlarımız - kadınların ayrıntılarıya bu şekilde dikkat etmesine, kendilerini birer güzellik nesnesi olarak hissetmelerine bayılırım - bencilce kenarda durmalarının utancını örtmek için bir incir yaprağı aramaktan başka şey yapmıyorlar. Tam bir rezalet. Mesele otomobillerimizi çalıştırmaya gelince Körfez'e giriyoruz. Ama Saraybosnalı çocuklar için kılımızı kıpırdatıyor muyuz? Katiyen. O kadar utanıyorum ki.
0 Yorumlar