Tarihsel değişim süreklidir ve daima istikrarsızlığını muhafaza etmeleri nedeniyle bütün gelenekler açık ve hareket halindedir. Zihin her zaman halihazırda mümkün olanın sınırlarını yoklar. Fakat bu bir tarafa, gerçekleştirmeye çalıştığımız kişisel ilgilerimizle; öncelikle insansız ve ancak bundan sonra, şu ya da bu geleneğin mensuplarıyız. Herhangi bir gelenek mevcut şartlarla düzenli olarak takviye edilmelidir. [Bir gelenek] mevcut ilgilere ya cevap verecek ya da kuruyup gidecek veya pratik değeri olan bir şeye dönüştürülecektir. Yönelimlerin hâkimiyeti veya organizasyon normlarının geçerliliği ile ilgili keşfedeceğimiz kalıplaşma birimi ne olursa olsun -yani kültürde bulacağımız müşterek tarz hissi ne türden olursa olsun- esas itibariyle kırılgan olsa bile, oldukça kapsayıcı ve kalıcı olabilir. Yeni müspet olanaklar açılır açılmaz kalıplaşma birimi çok çabuk zayıf ve kırılgan hale gelir. Mütecanis ve zorlayıcı bir tarza ulaşıldığı ölçüde, gerçekte bu nazik bir çiçek olarak göz önüne alınmalıdır, ana kök olarak değil. [Kalıplaşma birimi] kültürel bir zorunluluk olarak empoze edilen bir şey değil, -mevcut imkânların düzeyi böyle olabilirse de- yaratıcı çaba tarafından gerçekleştirilen bir şeydir.
Bir kültür geleneğinin varlığını kabul etmenin en basit fakat en yaygın şekillerinden biri -veya bu durumda bunların tümü- hakkında birkaç söz söylemek gerekir. ''Doğu''nun ''bin yıllık uykudan" çok geç uyandığı yolundaki yanlış kanaatin hâlâ yaygın olması şaşırtıcıdır. Hiç şüphesiz bu (''Doğu''[East] sözcüğünün kendisi dahil) dünya tarihi hakkındaki, sadece modern Batılılarda değil, (gerçek amacının ne olduğunu düşünmeksizin kurumlarının eskiliğini Batılılarca sürekli övülmesinden hoşlanan) ötekilerde de yaygın olan, ciddi ve esaslı bir bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.
Söz konusu yanlı kanaati güçlendiren iki akademisyen tipini seçip ayırabiliriz. Akademi dünyasında önemli bir rol oynamış olan Batışı seyyahlar, çok eski zamanlara ait egzotik şeyleri kolaylıkla yanlış yorumladılar ve daha karmaşık kurumsal değişimlere duyarsız kalmaktan kurtulamadılar. Bu Batılı seyyahların izlenimleri, kendi ilerlemelerinin büyüklüğü karşısında şaşkın ve öteki toplumları işe yaramaz olarak değerlendirip dünya tarihinde yer vermek istemeyen akademisyenler tarafından -kimi zaman ırkçı bir tonla- parlatılmış tezlere dönüştürülerek itibar kazanmaktaydı. Batılı akademisyenler, geriye dönük bir okuma ile Batı'nın yakın geçmişteki etkinlik hızını erken Batı geçmişine doğru yaygınlaştırarak, süreçteki zaman aralıklarını gerçekte olduğundan daha kısa göstermek suretiyle ve dünyanın başka bölgelerinde karşılaştırılabilecek etkin bir geçmişin var olduğunun farkında olmaksızın, fış dünyada XIX. yüzyılda kavrayabilecekleri teknik ve entelektüel gelişmenin görece yavaş adımlarının hiç bir gelişmeye yol açmadığını varsayıyorlar ve çağ farkından ziyade yer ve ırk farklılıklarına işaret ediyorlardı.
Fakat diğer Batılı akademisyenler tam tersi bir hata ile yanlış izlenimi doğruladılar. Modern-öncesi Batı ile Batılı olmayan toplumların kültürel etkinlik bakımından bir dereceye kadar karşılaştırılabilir oluşunu az çok kabul ederek, sanki -belli yadsınması imkânsız çiçeklenme (florescence) dönemleri hariç- hepsi birlikte uyanmaktan ziyade uykudaymışlar gibi, bütün Modern öncesi bölgeleri -daha önce görmüş olduğumuz yanıltıcı eğilimin etkisi altında- aynı "geleneksel" kavramıyla yaftalamaktaydılar. İşaret ettiğimiz gibi, teknikleşme hatta yazı öncesi halkların "geleneğin donmuş kalıbıyla" bir arada tutulma keyfiyeti abartılmıştır. Müslümanlar arasında, her bir çağın büyük kurumlarının kendi dönemlerinde işlevsel bir meşruiyete sahip oldukları her halükarda gösterilebilir: Müslümanların toplumsal kararları, muhafazakâr bir ruhun tesiri altında bile, öncelikle geçmişin hürmetine değil, hâkim sosyal grupların somut pratik ihtiyaçlarını karşılaması hasebiyle alınıyordu. Temel değişmezlik tezi; yanlış kavranan "Doğu" olsun, "Modern-öncesi" dönem olsun, çeşitli halkların kendilerini her nasılsa Dönüşüm anında içinde buldukları belli bir duruşun kaderlerini nasıl etki altına aldığı şeklindeki önemli soruyu hasıraltı etmektedir. "Reform" çabalarının neden bu denli sık başarısız olduğu sorusuna ziyadesiyle hazır bir cevap vardır: "Gelenekle kuşatılmış" bölgelerin kör muhafazakârlar tarafından yönetilmekte oluşu. Bazıları, keyfi bir şekilde iyi taklitçiler olarak damgalanan Japonların durumu hariç, nasıl olup da "geleneğin elini kolunu bağladığı" insanların, çok kere hayli pratik ve uyanık devlet adamları olduğunu araştırmanın güçlüğünden dolayı uzak durmaktadırlar.
0 Yorumlar