Mond nehrinin suları kabarıp her yeri kaplamış. Nehrin suları daha önce bir insanın göğsü hizasına kadar yükselmemişken, şimdi develerin de devlete ait büyük araçların da boyunu aşıyor. Sandalları kıyıya çekmişler, kimse suya girmeye cesaret edemiyor. Mond bazen öyle coşuyor ki sanki bir dağı koparıp sürüklüyor; bazen de öyle yavaş akıyor ki sanki pusuya yatarak kendisine yaklaşma cesaretini göstermiş bir serseriye haddini bildirmeye hazırlanıyor.
Her ne olmuşsa hayret vericiydi! Tam üç aydır, bunca su neyin nesi? Nereden geliyor bu su? Yukarıdaki kavrulmuş tepelerden ve kuru dağlardan mı, yoksa güneşin yakıp kavurduğu vadilerden mi? Denizin ortasına bir tünel mi kazılmış ki sular böylesine coşup dalgalanıyor?
Göçebeler daha gerilere doğru gitmişler, nehrin her iki yakasına da haber ulaşmış, her iki taraf da sahile gelip ölüm tehlikesi bayrağı asmışlar. Suyun azgınlığından hiç korkusu olmayan cesur kamyonlar, daha nehrin kıyısına varmadan duyulan vahşi mırıltılardan öylesine korkmuşlar ki motorlarını stop edip nehrin naralarını dinliyorlar. Geldikleri yolu geri gidiyorlar. Kökleri denizin ortasına dek uzanan öbek öbek kara bulutlar, tepelerin üstüne toplanmış. Bu kökler ne yapıyorlar? Bunlar değil mi denizin suyunu Mond'a boşaltanlar?
İki yaka da birbirinden habersiz, herkes endişeli ve kaygılı! Çok sayıda yolcu ve tüccar, kahvelerde, köylerde, yerleşim dışındaki yollarda bulunan türbelerde konaklamak zorunda kalmış. Herkes memleketine dönebilmek için umutla, suyun inadından vazgeçip yatıştığı haberini bekliyor.
Nehrin kıyısından Deyyer limanı birkaç saat uzaklıkta. Kaf, üç beş günde bir, Gaffar'ın yolcu taşıma kamyonetiyle nehir kıyısına geliyor. Birkaç saat bekliyor. Köpüklü ve heybetli dalgaları seyrederken umutsuzluğa kapılarak geri dönüyor. Yine bunalıma girerek kederle deniz kıyısında yürüyor da yürüyor, vakit öldürüyor.
Kaf, yabancı bir Dil Araştırma Kurumu'nda memur. Birkaç ay eğitim gördükten sonra bu bölgeye gelmiş, Kurum'a götürdüğü her kelime için belli bir ücret ödüyorlar kendisine; gelgelelim şimdi geri dönemiyor. Mond'un suları yükselmiş, planları altüst olmuş, hali perişan. Esir düşmüş yahut da sürgün edilmiş gibi duruyor. Kendisini kurtaracak ve özgürlüğüne kavuşturacak bir mucize bekliyor.
Balıkçılar her gün bu duruma aldırış etmeden denize açılıyor, ağ atıyor, balık çekiyor, sahile dönüyor, onu görüyorlar. Dünyayla ilişkisini kesmiş, bir köşede oturuyor. Bazen de bir Bölgeye sığınmış, huzursuz. Sanki kimse onu teselli edemezmiş gibi görünüyor, kimseyle konuşmuyor, kimseye karışıp kaynaşmıyor. Sanki hiçbir şey görmüyor. Suyun öte yanında onu bu kadar endişelendiren ne var, beklediği nedir? İşinden mi olacak? Bir kıymetlisi mi var kafasını bunca meşgul eden?
Gün doğmadan deniz kıyısına iniyor, denizi görmek için kıyıya inmediğini kendisi de biliyor. Kederlenmek, hayal kurmak ve yürümek için sessiz sakin bir yer arıyor. Deniz durmaksızın değişiyor, her saat başka bir renge bürünerek binbir renk sergiliyor. Daha önce hiç duyulmamış ezgiler yaratıyor. Bazen sevecen, bazen sert, kimi zaman barışçıl, kimi zaman düşmanca...
Öğlen Kaf, kerpiçten evlerin arasından geçip küçük hava alanına giderek kumaştan yapılmış rüzgar ölçer silindirinin altında duruyor, gökyüzüne bakıyor ve bekliyor. Küçük posta uçağı geliyor ve bir evin üstünde dolaşıyor. Mahallenin postacısı motorla havalimanına gelip bekliyor. Posta uçağı denizin üstünden gelip yere konuyor ve yanı başlarında duruyor. Yaşlı posta pilotu uçaktan inip selam veriyor. Mahallenin postacısı, motosikletinin arkasından posta çuvallarını alıyor. Postaları karşılıklı değiştiriyorlar. İhtiyar postacı Kaf'a gülümsüyor ve soruyor:
"Nasılsın reis?"
0 Yorumlar