Vecdi Çıracıoğlu - Son Voli


 Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yanımda kimse yoktu. Gözlerim grileşmiş denizin tabanına yatırdığımız beyaz boyalı aynaları aradı. Yuvarlak beyazlar kenar kazanmaya başladı ve dikdörtgen oldu.
   Mezarların mermer beyaz alınlıklarından başka bir şey yoktu gözlerimin önünde, bir de ağaçların yeşili...
   Kayalar Mezarlığı'ndaydım. Üşümüştüm. Buraya kadar neden gelmiştim. Aklıma geldi. Mezarlıkta yakacak bir şeyler arayacaktım.
   Yoksa yaşadıklarıyla yaşı ters orantılı küçük kızı mı arıyordum? Hemsayem bu halimi görse ne derdi acaba? Bir şey der miydi? Demezdi, sadece yandan imalı bakarak baştan aşağı süzerdi.
   Ölü taşların huzur veren kokusunu içime çekerek mezarların arasında dolaşmaya başladım. Kuruyarak yarısı çürümüş bir ağaç kütüğü buldum. Ağırdı. Sırtıma alarak mezarlığın caddeye bakan orta kapısını aradım. Yerde uzunca bir tel gördüm. Belediyecilerden kalma olabilirdi. Aldım, bükerek boyunu kısalttım. İsikarayı da tedarik etmiştim!
   Tanzimat dönemi ve daha eski dönemlerin elifi kafalı mezar alınlıklarına baktım.
   Kütüphanelerdeki kitaplar... Ah, konuşan mezar alınlıkları kitaplar...
   Bir balet hassasiyetiyle, mezarların kenarlarına basarak kapıya seğirttim. Mezarlıktan çıktım, yarık rıhtıma yürüdüm. Avlağıma geldiğimde kulağıma bir hışırtı geldi. Bu herhangi taşlık bir deniz kenarında dalgaların çakılları okşamasından kaynaklanan bildik nazenin bir ses değildi. Güney denizlerinin altın sahillerinde kumların üzerlerini bir kaplayan, bir açan afacan dalgaların sesi de değildi. Bu, denizden kopuk bir soğurmanın hışırtısıydı, bir sevişmenin sonu gibi soluk soluğa... Bu, kara toprağına, denizler ordusunun dalga neferlerinden birinin her saldırışında kopardığı parçanın bıraktığı şarabi rengin acı hışırtısıydı.
   Çökmüş rıhtımın altından çıkan toprak, bataklığa saplanan siyahi bir elmas kölesi gibi denize gömülüyordu rengini vererek.
   Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda, bu günlerin bu saatlerinde göğün rengi, denizin rengiyle aynı olurdu. Boğaziçi'nde.
   Kütüğü havuzun kenarına koyduğumda kenara yaslanmış dolu bir şişe şarap gördüm. Adını bile öğrenmediğim genç akadaş mezarlıktayken güzelliğini yapmıştı. Ağzındaki plastik mantarını dişlerimle açtıktan sonra yerine yasladım. 
   Kütüğü kof tarafından yakmak zor olmadı. Teli firkete şeklinde büzerek isikara yaptım, közün üzerine koydum. Az sonra tel kızdı, ortalık aydınlandı, gözlerim kamaştı.
   Deniz kenarına gittim.

Yorum Gönder

0 Yorumlar