Seteney küstü anasına. Başından beri Mücevher'i ayıplayıp Zübeydat'la birleşti. İkisi günlerce her yerde, herkesin yanında. Bahubike'yi çekiştirip, Aybike'yi de görmezden geldiler. Getirilip götürülen sözlere, evindeki dayanılmaz yalnızlığa, ses çıkarmadan dayandı Bahubike. Üzülüyor ama çok önemsemiyordu, biliyordu: Bir gün elini yunup yıkanması kolayca akıp giderdi ana kız arasındaki kırgınlık.
Bayram geldi.
Sabah erkenden sandığının başına geçti Bahubike. Kapı şıngırdadı. Küçük torbalarla ceviz, badem, kuru üzüm dışında hemen hemen boştu sandık. Dibinde bir köşede kalakalmış kumaşı çıkardı. Fes rengi ipek kadifeydi. Düzgünce yeniden katlayıp dizinin üstüne koydu. Kumaşı okşayarak daldı gitti.
Zübeydat odaya girince, karşı çıkışını duymazdan gelerek kumaşı ona uzattı. Zübeydat'ın gönlünün nicedir bu eşsiz Lyon kadifesi üstünde çiçek açtarımayı özlediğini; bindalları, güllerini çizip, simini biriktirdiğini biliyordu. Kumaşı, genç kadının kucağına koydu. "Tamam, karşı çıkma..." der gibi, birkaç kez vurdu. Sonra gelininin elini avuçlarına aldı. Yanlış anlaşılmak istemiyordu. O yüzden en yumuşak, en sıcak sesini arandı:
"Çok efkar ettim kızım," dedi. "Sen de vakit geçmeden uçup yeni yuvanı kur artık."
Onun yanağını koklaya koklaya öptü:
"Senden kurtulmak istiyorum."
Zübeydat'ın utangaç sevinciyle, bir ceylan gibi sekerek odasına koşmasına güldü.
Cevizi, bademi, üzümü, kefenini, sabun ve lifini çıkarıp yanı başına koydu. Sandık, kapağın her oynayışında çanlannı başıboş bırakıyor, şıngırdıyordu.
Başını içine soktu, kokladı. Sonsuz derinliği duydu. Tahtası bahar dalları gibi kokuyordu. Kapağı bırakıverdi. Şıngırtı hızla dağıldı, hafifledi, bitti.
Sandığı sırtına almak istedi ama başaramadı. Son kez bayram armağanı verecek olmasına hayıflanmalı mı yoksa hâlâ verebildiği için sevinmeli miydi?
İlk günden beri Seteney'in olan şu yükle, kızının kapısına bir varabilse...
Sandığın üstüne oturdu. Ellerini iki yana uzattı: Bir elinin parmakları güllerin, öbür elinin parmakları, üzüm salkımlarının girinti ve çıkıntıları üstünde gezindi. Gönlü deliriverdi: Kaçıp Terek Irmağı'nın yakınındaki kuytu sazlıklara girdi. Söğüt dalları ırmağın yeşilini daha da koyulaştırıyor; ışık, dalların arasında yol bulabildiği zamanlar suya dökülüyordu.
Parmaklarının arasındaki güller, mavi gökyüzüne savruldu. Üzümler ayaklarının altında eziliyordu.
Kuş cıvıltıları suyun sesini bastırdığında, soluk soluğa Ebubekir'e koştu. Soluk soluğa... Gönlünün hiçbir şeyden vazgeçmediği o günlere...
9 Haziran 1991
0 Yorumlar