Thomas Bernhard - Goethe Öleyazıyor


 Ne söylersem söyleyeyim, beni gerçekle ya da yalanla suçluyorlar ve çoğu zaman, beni şimdi gerçekle mi suçluyorlar yalanla mı,tam bilmiyorlar, tıpkı benim de onları yalanla mı yoksa gerçekle mi suçladığımı tam bilmediğim gibi, çünkü ben de bir suçlama hastalığı haline gelmiş olan kendi suçlama mekanizmamda gerçekle yalanı ayırt edemiyorum artık, onların da bana ilişkin yalanla gerçeği ayırt edememeleri gibi. Bir zamanlar yemekodasındaki kutudan kesmeşeker almaktan ölesiye korktumsa, bugün de kütüphaneden kitap almaktan ölesiye korkuyorum, hele dün akşamki gibi felsefi bir kitapsa iyice, ölümüne korkuyorum. Montaigne'i hiçbir yazarı sevmediğim kadar sevdim hep. Ölesiye korktuğumda daima Montaigne'ime sığındım. Montaigne'in elimden tutmasına, beni yönetmesine izin verdim, hatta alıp götürmesine, baştan çıkarmasına. Montaigne  benim kurtarıcım oldu daima, elimden tutanım. Bütün ötekilerden, sonsuz büyüklükte felsefi ailemden eninde sonunda hayal kırıklığına uğradım, büyük, felsefi bir Fransızlar ailesi olarak tanımlayabilirim onları, içinde sadece bir iki Alman ve İtalyan yeğen ve kuzen olan bir aile, ama itiraf etmeliyim ötekilerin hepsi çok genç yaşta öldüler, Montaigne'imin yanında keyfini hep yerindeydi oysa. 
   Hiç babam, hiç annem olmadı, sadece Montaigne vardı. Hiçbir zaman anne ve baba olarak adlandıramayacağım beni peydahlayanları ilk andan itibaren itici buldum, bu iticilikten çok erken kendimce sonuçlar çıkardım ve dosdoğru Montaigne'imin kollarına attım kendimi, işin gerçeği bu. Montaigne'in, diye düşündüm her zaman büyük, sonsuz, felsefi bir ailesi var ama bu felsefe ailesinin üyelerini en baştakinden, Montaigne'imden daha çok sevmedim. hiçbir zaman.
   Kuleye giderken, kütüphanede ve sivrisinekler yüzünden gerekli olan karanlıkta, sadece bu Fransız felsefe ailesinin üyelerinden birine kenetlenmek arzusu vardı içimde, kendimi benimkilerin pençelerinden kurtardıktan sonra yani,ama zifiri karanlıkta bile elimle koymuş gibi Montaigne'imi bulacağım hiç aklıma gelmemişti. Benimkiler çorbalarını ve etlerini onlarda hep itici bulduğum bir iştahla yemişlerdir, kaşığı ağazlarına götürüşlerindeki iştahla, sırf bu bile onlar hakkında her şeyden fazla ipucu verir; tabakta etlerini kesişleri, salatayı kaseden alışları. Bardaktan su içişleri, ekmeği koparışları, konuşmalarım, neleri ciddiye alıp nelerle dalga geçtiklerini söz konusu etmiyorum bile, bana her zaman o kadar itici ve utanç verici, gelmiştir ki. Onlarla yemek yemekten hep nefret ettim, ama hayatım boyunca da onlarla birlikte olmak, hastalığım yüzünden onların eline bakmak zorunda kaldım. 
   Onlarsız hiç şuradan şuraya gidememek canımı yaktı derdim eğer bunu ifade etmek tüylerimi ürpertmese. Onlara ilişkin ve onlarla (ve de benimle) olan her şey canımı yaktı denebilirdi, bunu ifade etmek tüylerimi ürpertmese. Beni önce bağımlı yapmışlardı, sonra da onlara bağımlı olmakla suçlamışlardı, hayat boyu. Onlara bağımhlıktan artık çıkıp kurtulamayacağım, onun benim için doğal, dehşet verici ve doğal bir şey olduğu andan başlayarak. Onlarla, demek zorunda kalmıştım kendi kendime belli bir noktadan sonra, tek mümkün olan bu bağımlılık. 
   Kaçmak, kurtulmak isteriz ama artık mümkün değildir. Onlar (ve biz de) dışarıya açılan bütün çıkışlara duvar örmüşler. Bir de bakarız ki onların çevremizde ördükleri duvarların içine hapsolmuşuz, biz de aynı duvarları kendi çevremize örmüşüzdür. Ondan sonra artık sadece soluksuz kalıp boğulacağımız anı bekleriz. O zaman sık sık düşünürüz, bizi elden ayaktan düşüren öbür hastalıklara ilaveten körleşsek, duyma yetimizi tamamen kaybetsek daha değil mi, çünkü o zaman bize sadece ölümcül gelen hiçbir şeyi görmeyecek, hiçbir şey duymayacağız, ama bu aynı zamanda bir yanlış çıkarım da olacaktır bizim için. Hep iyileşmek istemiştik, artık iyileşmenin beklenemeyeceği, çünkü artık imkansız olmuş olacağı noktada. Hep yırtıp çıkmak istemiştik, yırtıp çıkılamayacak noktada. Benimkiler çok geç anlamışlardı, sadece kendi yokedicilerini, mahvedicilerini peydahladıklarını. Ben de çok geç kavramıştım. Kavramak için çok geç kaldığım bir noktada kavramıştım. Kaç kere söylemişlerdi, benim yerime bir köpeği tercih edeceklerini, çünkü köpek onları korurdu ve benden daha ucuza gelirdi, bense onları sadece gözlüyor, alaya alıyor, paramparça ediyor, yıkıyor, yok ediyordum.

Yorum Gönder

0 Yorumlar