Natsuki Kitabevi, eski sokaklar arasında gömülüp kalmış halde ayakta duran, küçük bir işyeriydi. Mimarisi bir ölçü kendine özgüydü. Girişinden dümdüz dip tarafa uzanan ince uzun bir koridor vardı. İki taraftaki duvarlar, o koridoru yukarıdan gözetler gibi, tavana kadar monte edilmiş tıka basa kitap dolu raflarla örtülmüştü. Yukarıdan düzenli aralıklarla sarkan eski moda lambalar, cilalanıp parlatılmış ahşap zeminden yansıyarak içerisini yumuşak ışıklarla dolduruyordu.
Dip tarafta kasa yerine kullanmak için konulan küçük masa dışında, dekor denebilecek bir şey yoktu. En dip kısımsa derme çatma ahşap duvarla kapatılmıştı. İleriye geçiş yoktu ama aydınlık girişten kitabevine girildiğinde gerçekte olduğundan çok daha derinliği varmış gibi duruyor, ilk bakışta kitaplar arasında kalan koridor dip taraftaki karanlığın içinde uçsuz bucaksız devam ediyormuş gibi görünüyordu.
Bu haldeki kitabevinin tam ortasında, küçük bir lambanın altında, önüne sessizce bir kitap açmış dedesinin görüntüsü, Batı tarzı resim ustalarının kendini vererek yaptığı portreler gibi özgün bir siluet bırakarak Rintaro'nun bilincine kazınmıştı.
Kitapların gücü vardır...
Dedesi bu sözü sık sık yinelerdi. Normalde hiç sesi çıkmayan, torunuyla pek konuşmayan dedesi, yalnızca kitaplardan söz ederken, ince gözlerini daha da kısarak coşkuyla konuşurdu.
"Yılları aşarak gelen kitapların, o zaman ölçüsünde gücü olur. Bu güçlü öyküleri ne kadar çok okursan, o sayıda güçlü dostlar edinmiş olursun."
Rintaro, küçük kitabevinin duvarlarını kaplayan raflara bir kez daha baktı. O raflarda moda olan, çok satan kitaplar, popüler çizgi roman ve dergiler yoktu. Normalde bile kitap satışlarının düştüğü bir devirde, kitabevinin o haliyle ayakta kalamayacağından endişelenen müdavimlerin sayısı hiç de az değildi. Fakat kitabevini işleten ufak tefek ihtiyar, alçakgönüllü bir tavırla teşekkür etmekle yetiniyor, girişin yakınındaki Nietzsche külliyatını, T. S. Eliot şiir derlemesini yerinden oynatmaya yanaşmıyordu.
İşte o dedesinin ortaya çıkarttığı bu mekân, içine kapanma huyu güçlü torunu için değerli ve rahat bir nefes alma yeriydi. Okulda kendini iyi hissettiği bir yer bulamayan Rintaro buraya gelir, bir köşede kitapların bağını çözerek kendini iyice kaptırmış halde okumaya koyulurdu.
Deyim yerindeyse Rintaro için bir sığınak, kaçıp kurtulmak için gidilen bir tapınak gibiydi. Rintaro, kendisi için birçok anlamı olan Natsuki Kitabevi'nden birkaç gün sonra ayrılmak zorundaydı.
"Bu hiç olmadı dede..." diye hafifçe mırıldandığı anda, duyduğu zil sesiyle kendini toparladı.
Ön taraftaki girişte asılı gümüş zil çalmıştı.
Bu ses müşteri geldiğine işaret ediyordu, ama girişinde "KAPALI" asılı Natsuki Kitabevi'ne bir müşterinin gelmesi olanaksızdı. Zaten dışarısı güneş batınca gece karanlığına gömülmüştü. Akiba az önce çıkıp gitmişti, ama onun da üzerinden bir hayli zaman geçmiş olmalıydı.
Kendisine öyle geldiğini düşünerek bakışlarını raflara çeviren Rintaro, arkasından gelen, "Çok kasvetli bir yer burası!" diyen sesle irkildi. Dönüp baktığı girişte kimsecikler yoktu.
"Böylesine kasvetli olunca, tam da böylesine bir araya gelmiş muhteşem kitaplar, rengi solmuş gibi görünüyor."
Ses, onun sandığının aksine, kitabevinin dip tarafından geliyordu. Telaşla başını o yöne çeviren Rintaro'nun gördüğü bir insan değildi.
Oradaki, bir tekir kediydi.
Sanya çalan çizgileriyle, biraz tıknaz görünen bir kediydi. O renk birleşimine "kaplan" demek daha mı doğru olurdu, bilemedi. Yüzünün üstünden sırtma doğru kaplan desenli, karnı ve ayaklara beyaz tüylerle kaplı, iri bir kediydi. Ardındaki karanlığın içinden, açık yeşil parlayan gözleriyle, dimdik Rintaro'ya bakıyordu.
Kedinin diri kuyruğu sallandığı an, Rintaro mırıldandı.
"Bir kedi mi?"
"Kedi, olması hoşuna gitmedi mi?" diye yanıtladı kedi.
Evet, kedi kesinlikle, Kedi olması hoşuna gitmedi mi? diye yanıtlamıştı.
Şaşkınlık içerisinde kalan Rintaro, yine de bir şekilde soğukkanlılığını korumaya çalışarak, gözlerini kapatıp tam üç saniye saydıktan sonra tekrar açtı.
0 Yorumlar