Şimdiki zamanın yapay ışığında, Karla'yla yaşadığı hayat ona bir bulutu, bir göleti anımsatıyor. Karla'yı, geçtiği bir yer, ağır aksak giden bir trenin camından izlediği bir ülke gibi düşünüyor. Duvara yazılan not gecesinde Julián, kaçınılmaz olduğunu düşündüğü ama hiç gerçekleşmeyen bir sahneyi birçok kez gözünde canlandırdı: Karla'yı karşısında içilmesi zorunlu bir kahveyi içerken görüyordu — Karla ani ve aşırı duygusal duraksamalar yapıyordu, ardından dürüst ama uzun uzadıya prova edilmiş kasvetli cümleler sarf ediyordu. Daha sonra, yeni hayatında, o zamanlar boynunu büküp ağzında geveleyerek vermeye çalıştığı cevapları bulacaktı. Ama o günlerde Karla'nın öfkesini yatıştırma ya da kayıtsızlığını engelleme fırsatı olmamıştı. Birkaç kez bu son anda yangına körükle gitmeye çok yaklaştı ama onu harekete geçiren güç belki de çok zayıftı: sırf bir tartışmaya girme fikri bile içinde derin bir bıkkınlık uyandırıyordu. Julián bu aşkı canlandırmayı istemiyordu, Karla'ya duyduğu aşktan uzun zaman önce vazgeçmişti. Ona âşık olmaya başlamadan bir saniye önce ona âşık olmaktan vazgeçmişti. Kulağa tuhaf geliyor ama tam da bunu hissediyor: Karla'ya âşık olmak yerine aşk ihtimaline, sonra da aşkın yakınlığına âşık olmuştu. Bir yumrunun beyaz çarşaflar içinde hareket etmesi ihtimaline âşık olmuştu.
Ben yalnızım, derdi Karla ailesi sorulduğunda: annem babam yok, ailem yok, ben yalnızım. Ve doğruydu da: Karla'nın babası kısa süre önce ölmüştü, annesi, beyhude bir ezoterik hayalin peşinden Cali'ye gitmek üzere kocasını ve kızını terk ettikten sonra öleli yıllar geçmişti. Karla bir aileye sahip olmadığı için şanslıydı: Julián'ın şanssızlığıysa sadece bir anne, bir baba ve bir kız kardeşe sahip olmakla sınırlı kalmayıp kafa karıştırıcı miktarda büyükanne, büyükbaba, amca, kuzen ve hatta yeğen sahibi olmasıydı. Karla ona kendini geçmişten kurtarması için mükemmel bir alan sunmuştu. Julián'ın geçmişinde kaçmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu ama tam da bundan kaçıyordu: vasatlıktan, bir başına geçen sayısız kayıp saatten.
Karla, Şili Üniversitesi'nde felsefe okuyordu ama bir diploma sahibi olmak, iş bulmak ya da benzeri bir beklenti içinde değildi. Tek tutkusu evde oturup müzik dinlemek ve ot içmekti. Neredeyse sadece çikolata ve üzerine peynir rendelenmiş çubuk makarna yiyordu ama iyi bir aşçı olan Julián hayatına girince mönüsü pesto soslu çubuk makarna, ravioli, kızarmış tavuk, hatta mazamorra’lı fasulyeye kadar genişledi. Julián ders veriyordu, Karla'nın hesabına mirastan kalan pay düzenli yatıyordu, böylece bazı lüks harcamalar yapma şansına erişiyorlardı: Julián kitap, Karla ise CD, ot ve mecburiyetten çok bağımlılık nedeniyle Ravotril haplarından alıyordu. Verdiği derslere ve kitap saplantısına odaklanan Julián Karla'nın hayatındaki önemli olayları gözden kaçırdı: her gece nasıl sabırsızlıkla, çok uzun ya da kısacık süren konuşmalar yapmak için telefon beklediğini fark etmedi kimin aradığını, ne istediğini, Karla'nın nereye gittiğini sormuyordu ya da soruyordu, ama öylesine, mazeretleri ya da çarpan kapıları sineye çekerek.
Karla'nın durup durup ortalıktan kaybolmaya başlamasının sebebini asla tam olarak kavrayamadı. Başlarda sudan mazeretler öne sürüyordu: Geç kaldım, çünkü yardımıma ihtiyacı olan hasta bir kadınla tanıştım, demişti bir sabah ama Julián mesajı güçbela aldı — Karla'nın kahverengi gözlerindeki kuru ve ısrarcı ışıltıyı görmedi ya da görmek istemedi. Karla daha sonra ona bakma bahanesiyle o kadının evinde kalmaya başladı. Artık yeni mazeretlere ihtiyaç yoktu. Her iki ya da üç günde bir Julián yarı açık çekmecelere, yıkanmamış bulaşıklara ve Karla'nın oradan geçtiğine dair başka izlere rastlıyordu. Merdiven sahanlığında karşılaşmalarına kadar aradan haftalar geçmişti. Öpüşmeden sarsakça selamlaştılar, aralarında bir tür konuşma geçti: Arkadaşım artık daha iyi, dedi Karla, benim sayemde. Julián, Ne zaman döneceksin, diye sordu canı sıkılarak ama bir cevap alamadı. Belki pek de aldırmadan şüphelenmeye başladığı şeyi itiraf etmeye onu zorlaması, mecbur bırakması gerekiyordu: o kadın Karla'nın annesiydi.
0 Yorumlar