İnsan ne acayip. Hem yalnızlıktan yakınıyor hem yalnız kalmak için elinden geleni yapıyor. Sanki dünyanın başka hiçbir meselesi yokmuş gibi sanki yanı başında çocuklar ölmüyormuş gibi susuzluktan, açlıktan ve bombalardan; yalnızlığını dert ediyor ve diğer kıtalardaki felaketlere kulaklarını tıkıyor. Erlend Loe, "Artık böyle. İnsanlar çevrelerine duvar örüp birbirlerinden korkar hâle geldiler." diyor ve kelimeler bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. İnsan olacaksak eğer, evvela bu duvarları yıkacağız ve korkmayacağız ötekilerden. Çığlıkları duyacağız ve elimizden hiçbir şey gelmese en azından yüreğimiz yanacak. Yana yana insan olacağız.
💮
Bongo'yu, hastanenin arka tarafında otlarken buluyoruz; üçümüz yan yana, Sognsvann Deresi'ni geçip ormana dalıyoruz. İlk birkaç saat kuzeye doğru, sonra da daha çok doğu yönünde ilerliyoruz. Bir şey konuşmadan yürüyoruz. Arada Düsseldorf'un Toblerone'undan bir parçayı paylaşmak için duruyoruz; yiyeceğe benzer tek şeyimiz, birkaç kilo çikolata. Gece çökünce Gregus uyuyakalıyor ve Bongo'nun kızağında yatıyor. İyice ormanın derinliklerine çekildiğimizde rahat bir nefes alıyorum.Burada milli kıyafetler, milli bayram falan yok, sadece orman var. Bisikletten düştüğümde olduğu gibi; sağcı adam, kafası karışmış bir halde Løvenskiold'lu tehditlerle oraya çıktığındaki gibi, Løvenskiold siktirsin gitsin ayrıca. Birkaç saat sonra onun yetki alanından çıkmış olacağız. Aptal ormanını alsın, başına çalsın. Gideceğimiz yerde, ne kadar uğraşırsa uğraşsın bize ulaşamaz. Onun hayatında duymadığı kadar büyük ormanlara gideceğiz. İşin en iyi yanı, tekrar yalnız kalmam. İki müridimleyim tabii ama yine de yalnızım. Her zaman yalnız. Geyikler gibi. Babam gibi.
Bir yandan yürüyorum, bir yandan da iki şey düşünüyorum.
Birincisi, şu insanları sevmeme meselesi. Bu değişmez. Bu, etrafımdakilerden yani Norveçlilerden ya da diğer bir deyişle, Norveçlilerle olan ahbaplığımdan kaynaklanıyor. Bunu itiraf etmek için yeterince esnek olmam gerektiğini anlamaya başladım. Oldukça dramatik sonuçlara varmamın temel nedeni onlar. Tabii bu da yetmez, başkalarına da rastlamam gerek. Uzaklarda bir yerde, başka bir şeyleri temsil eden zekice bir yaşam bulunduğu gerçeğine yüreğimi açmalıyım. Bu başkalarına rastlayana kadar dolanmaya devam edeceğim. Ya da böyle bir şey olmadığından adım gibi emin olana kadar.
Düşündüğüm diğer şey, bunun bir seferlik olduğu. Cepheye gidiyoruz. Norveç'in güvenli ormanlarında salınmak kesmiyor artık. Babamla hesabımı kapattım, kendi boşluğum içinde dibe vurmak istemiyorsam gözümü yükseklere dikmeliyim. Bu ülkenin dışında hiç tanımadığım bir dünya var. Yardıma muhtaç. Benim gibi bir avcı toplayıcının, bir başka deyişle sikli Doppler'in yardımına muhtaç. Bongo gibi bir geyiğin. Belki de Gregus gibi bir oğlanın. Norveç'te yaşıyorsan, koşullar hakkında doğru bir fikrin olmuyor, diye düşünüyorum. Norveç'in bankalarda milyonlarca kronu var. Şaka gibi rakam. Sanki bir şeyin ne kadar çok olduğunu anlatmak için öylesine seçilmiş bir rakam. Ama bu, gerçek bir rakam. Norveç'in binlerce milyar kronu var. Bu para petrolden geliyor. Dünyada petrol fiyatlarını tetikleyen her sorunun ardından, paraları istifliyoruz. İnsanların arasına karıştığımız da yok. "Denizin dibindeki petrolün sahibi kim?" diye sorulabilir, insan öyle düşünecek olursa. Ayıca insan herhangi bir şeyi nasıl olur da alıp satabilir? Çünkü Norveç, gerçek dünyanın önemsiz bir banliyosu. Biz de buralardan giderek uzaklaşıyoruz. Bu düşünceler akıllı düşünceler, diye düşünüyorum ama kimin umrunda. Aynı zamanda faydalılarsa, bırak akıllı da olsunlar.
Küçük kervanımız Norveç'ten çıkmak ve dünyanın geri kalanına girmek üzere. Doğuya gidiyoruz. Diğer insanlara ulaşana kadar avlanıp meyve toplayacağız. Diğer insanları buradakilerden daha çok sevecek değilim belki de - ama sadece belki. Göreceğiz.
Bu bir seferberlik. Bizler, son nefesimize kadar savaşacak askerleriz.
Akıllılığa karşı. Aptallığa karşı.
Çünkü ortada bir savaş var.
Bir savaş.
💮
0 Yorumlar