"Hadi, Yarın Görüşürüz" - William Maxwell


İnsan bir anısını hatırladı mı her defasında o anı yeniden yaşar ve çoğu zaman yeni şeyler hatırlar. Bazı anılar öyle acıdır ki, beynimizin hücrelerine yeniden, bir başka şekilde yazılır. William Maxwell, "Hatıra dediğimiz şey ya da en azından benim hatıra dediğim şey, akılda süregelen bir masal anlatma şeklidir ve genellikle anlattıkça değişir." derken Tanpınar'ı hatırlatır: Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.


YAS DÖNEMİ
   Eğer (1) katil tanıdığım birinin babası olmasaydı ve (2) daha sonra utandığım bir şey yapmamış olsaydım, hayatımda görmediğim bir ortakçının öldürülüşünü elli yıl sonra hatırlayacağımı pek sanmazdım. Bu anı yazısı -eğer bu yazıya anı yazısı diyebilirsek- bir laf kalabalığı, özür dilemenin nadide bir yolu aslında. 
   Bunlara girmeden önce başka bir konuya değinmeliyim. Babam yaşlanmaya ve geçmişi sohbetlerinde daha çok yer tutmaya başladığında, bir gün ona annemin nasıl biri olduğunu sordum. Annem olarak nasıl biri olduğunu biliyordum ama artık birilerinin bana onun insan olarak nasıl biri olduğunu anlatmasının zamanı geldiğini düşünüyordum. Babam beni hayrette bırakarak, "Köprünün altından çok sular geçti," deyip lafı ağzıma tıkadı, ama yine de sesindeki haşin ton, bunca yıl sonra anneme karşı artık hiçbir duygusu kalmadığı mı, yoksa kalmaması gerektiği halde kaldığını mı düşündüğü konusunda beni kuşkuda bıraktı. Her halükârda canı ondan bahsetmek istemiyordu. Çok az aile, öyle ya da böyle bir felaketten kaçınabilir fakat 1909 ile 1919 yılları arasında annemin ailesinin başına gelmeyen kalmamıştı.Geceyi bir çiftlik evinde geçiren dedemin kulağını bir sıçan veya bir dağ gelinciği ısırmış ve 3 ay sonra dedem kan zehirlenmesi nedeniyle ölmüştü. Annemin tek oğlan kardeşi bir araba kazası geçirmiş ve sağ kolunu kaybetmişti. Annemin kız kardeşi mangalda bir türlü tutuşmayan ateşin üzerine gaz yağı dökmüş kıyafetlerini tutuşturmuş ve bunun izini hayatı boyunca taşımıştı. Ağabeyim 5 yaşındayken ayağını dönmekte olan bir arabanın tekerine kaptırmıştı.
   Tüm bunlar olurken ben o kadar küçüktüm ki, yaşananları ya hiç anlamamıştım ya da doğrusunu söylemek gerekirse bunlar benim çok uzağımda gelişmişti. Ağabeyim akşamları soyununca, takma bacağını bir sandalyeye dayardı. Aynı odada uyuduğumuz için bu bana çok doğal gelirdi; kasketi ya da beyzbol eldiveniymiş gibi. Kendine acıyan bir tip değildi ve büyüklerde başına gelenler karşısında duydukları üzüntüyü ona hissettirme konusunda özen gösterirlerdi. "Felaketi" hakkında hissettiğim şey bilinçaltıma (öyle bir şey olduğunu varsayarak) saklanmıştı ve ben ona ulaşamıyordum.
   Küçük oğlan kardeşim yeni yılın ilk günü 1918'de grip salgınının zirve yaptığı bir zamanda doğmuştu. Annem iki gün sonra çift taraflı zatürreden öldü. Bundan sonra başka felaket yaşanmadı. Olabileceklerin en kötüsü olmuştu ve her şeyin üzerindeki parıltı solmuştu artık. Kapıdaki çelenk, gelip giden cenazeci, eve gelen yemek akını, beyaz çiçeklerin baskın kokusu ve bebeğin bakımını üstlenip bizimle birlikte sofraya oturan ilk yardımcılar takımı dâhil, geri kalan her şeyin yaşadıklarımıza inanamadan tahammül etmiştik. Şimdi dönüp bakınca, o soluk benizli tahta göğüslü kadının daha bizi görmeden kısa çöpü çekmiş olduğunu fark ediyorum.



William Maxwell - Hadi, Yarın Görüşürüz

Çevirmen: Çiğdem Erkal İpek, Jaguar Yayınları, s.15-17


Yorum Gönder

0 Yorumlar