SİLİNDİR- ŞAPKA İÇİNDEKİ SİNEK
Uzun zaman odamın neden dört köşe olduğu üzerinde kafa yordum.
İnsanlar oturdukları yerleri hep dörtgen biçiminde yapıyorlardı da neden bunları üçgen, beşgen, ongen, yirmigen içine oturtmayı istemiyorlardı.
Bunu şairlerin, kendi aklını beğenmişlerin, kadınların ve zenginlerin de düşünmediğini kabul etmek doğru olmasa gerek. Kimi zaman, şurada burada rastlanan yusyuvarlak bir kule, bir burç, bir kümbet insanların bu düşüncelere pek yabancı olmadıklarını ortaya koymaya yetebilir.
Nedir, bu işin garip bir yanı da var.
Kişioğulları savaşmak, dövüşmek, düşmanlarının kalbine dum - dum kurşununu yollayıp kendi derilerini kurtarabilmek için yusyuvarlak yapılar yükseltiyorlardı da oturmak, uyumak, sevişmek için hep dört köşe odalar, sofalar, salonlar yapıyorlardı.
Demek ölmek, savaşmak için bir kasnak, bir çember içine girmek, konuşmak, radyo dinlemek için de ille dört köşeli odalarda bulunmak gerekiyordu.
Hani, balonsu bir odada, insanın düşünceye dalması, konuşmasını derleyip toplayabilmesi, şiir düzmesi de oldukça güç bir iştir.
Balonsu bir odanın ne sağı, ne de solu bellidir. Sağı solu belli olmayan bir yerde de kimseden ortaya bir şeyler koyması beklenilmemelidir. Böylesine bir odada bir sineğin uçması bile düşünülemez. Uçmak için bir yolun kendi üzerine dönüşmemesi, yolun bir başı ve sonu olması gerekir. Oysa, bir kasnak, bir kümbet, bir külhan, bir silindir - şapka içinde hiçbir yere, çıkış noktası adı kondurulamaz.
Hadi, böyle bir şey oldu diyelim, bir kümbetin, bir silindir - şapkanın herhangi bir noktasından havalanan bir sinek bir süre sonra aynı noktaya gelip konar ki, bu da o noktanın bir çıkış noktası sayılmasının bütün koşullarını ortadan kaldırmış olur.
Bu açmaz karşısında, kimilerinin yolun başıyla sonunun bir olduğuna ya da sineğin hiç yer değiştirmediğine inanması beklenebilir. Ama bunun da, hareket eden sinek ve yol kavramlarıyla bağdaşlaşabilmesine mantık bakımından olanak yoktur.
Doğrusu, karpuz gibi bir odada ağı erimiş bir pantolonun öyle haftalarca duvara asılması da düşünülmemelidir. Asılsın, odadaki insanın durduğu yere göre pantolon boyuna yer değiştirecektir.
Böyle bir odada kitapların, divanın, gramofonun bulunması da gariptir. Hele gramofonun üstüne birkaç plak atıvermenin, pencerelere basma perdeler sarkıtmanın hiçbir anlamı bulunamaz.
Odanın içindeki gözlemci yerinden kıpırdamasa, başını sağa sola döndürmese iş bir dereceye kadar kolaylaşabilir. Ama gözlemcinin küçük bir bükülüşü karşısında kitap, pantolon, divan, gramofon, plak ve perde kendilerimi boyuna kendi üzerinde dönen bir hızlılığa kaptırmış olurlar.
Tutun ki, bunun da ilk ağızda, insanı şaşırtacak bir yönü bulunmasın.
A noktasındaki bir eşyanın biraz sonra B noktasında, biraz sonra C noktasında biraz sonra D noktasında olması fizik bilgisi bakımından, bal gibi, eşyanın yer değiştirdiğini gösterir. Ama bu eşya B, C, D, E, F… noktalarında iken A noktasından ayrılmamışsa artık buna fizik bilginleri de bir şey yapamaz.
İşin zorluğu şurada ki, bu şaşırtıcı durum sadece bolunu odalarda kendini belli etmiyordu.
Dışarda, okullarda, vapurda, pazarlarda, mağazalarda, meyhanelerde, plajlarda da sık sık ortaya çıkıyor, en umulmadık bir anda insanları Asya gribi gibi yakalarından yakalayıp onları yumak yumak olmuş sayıklama inlerine savuruyordu.
Ne dersiniz deyin, 850 gramlık Çengel armudunu ya da Kavak incirini terazinin biri 1 kilo gösteriyorsa, bir başkası 975, bir öbürü 1050, bir dördüncüsü 1125 gram olarak tartıyordu.
Gerçi ortada, ortadan kaldırılmayacak bir gerçek vardı: 850 gramlık Çengel armudunu ya da Kavak incirini hangi tartıya vurursanız vurun hep 850 gramdan fazla geliyordu. Şimdiye kadar yapılan deneyler şunu açıkça belirtmişti ki, İstanbul’da olsun, Haydar - Abad, Tumbuktu, Quebec’te olsun 850 gram Çengel armudu ya da 850 gram Kavak inciri hiç mi hiç 850 gramdan aşağı düşmüyordu.
Ama, 850 gramlık armudun ya da incirin hiçbir zaman 850 gramdan aşağı inmediği gerçeği tartılan meyvanın gerçek ağırlığının anlaşılmasına da elvermiyordu.
0 Yorumlar