"Çerçialan" - Gamze Arslan


El ele, Hakk’a.

   Ocağı bina zanneden, taşla sınanırmış. Ali Seyit okudu, bir kere daha okudu duvara nakşettiğini. Sabahın ışıkları vurmuştu sultanlar köyüne. Ali Seyit bir ufak kuşun tedirgin ötüşünü duydu, sanki sıva çekilmiş duvarın içinden geliyordu. Dinledi huşu içinde. Dervişlerin mekânında bir küçük kuşun diyeceği çoktur, Ali Seyit’in Sultanlar köyünde varacağı, göreceği çoktur.
   Elli senedir bu sıvalı duvarların arasında yatar, hemen karşısındaki kaya oyuğunda tek pencereli çilehanede kırk gün kırk gece gün sayar. Birinci gün kırk, kırkıncı gün bir zeytin. Zeytin, nefs, delik, nefes, çekirdek, kaynak, delik, zeytin, derviş, nefs diye diye kırkı eder. El almıştır ama verememiştir Ali Seyit. Tek oğlu ocakta kul olmaktansa, Sultanlar’da münafık olmayı kafasına koymuş ve köyü terk-i diyar eylemiştir.
   Ali Seyit o zamandan beri bir giden oğluna, bir de öte tarafta göçen karısı Zehra’ya içerlemiş, yanmış kırk etmiş, bir kırk daha eklemiş. Sultanlar köyü Ali Seyit’e sırt çevirmiş; onun atasını tanımayan evladı Hüseyin’i duyanlar, ocağa da, dervişe de inanmaz, kapıyı aşındırmaz olmuşlar. Ali Seyit o gün bugündür ocağın kapısını biri çalsın diye beklemiş ama bir tek adım duyulmaz olmuş. Babasından el alırken de, dost meclisinde söz duvarlara vururken de hep aynı rivayeti dinlemiş. Her sabah olduğu üzere, bu sabah da yalnız hanesinde babasının sesinin kayıtlı olduğu kaseti teybe takmış ve tarihin ince çizgisinde kırılan rivayet dile gelmiş:
   “Büyük büyük dedem Veli tarlasını geyiklerle sürerken, o zamanlar İran’a sefere çıkmış Yavuz Sultan Selim de bizim Sultanlar köyünden geçmekteymiş. Dedemi gören padişah askerlerine el edip yola devam etmelerini emretmiş, kendisi de Veli dedemin yanına varmış. Veli dedem, ben çok ufaktım, şöyle böyle hatırlarım amma pehlivan gibiydi… Neyse nerede duralamıştık… Karşısında koskoca padişahı görünce geyikleri çiftten sürüp, onlara yol vermiş ve padişaha ‘Hoş geldiniz,’ demiş. Padişah, dedem Veli’ye ‘Hoş gördük Derviş,’ diye hitap edince, dedem sakince ‘Derviş olduğumu nereden bildin padişahım,’ diye sormuş. Padişah da şöyle hafif göz süzüp ‘Sen benim padişah olduğumu nasıl bildiysen, öyle bildim bende,’ deyivermiş. Laf bu ya, uzamış uzamış, tarlada kendi başlarına eyleyen geyiklere çarpmış. Padişah havanın sıcaklığıyla söyle bir silkelenip, bir taşa ayağını koyarken ‘Davrandın mı?’ diye sorunca, dedem Veli ‘Davrandım yel aldı,’ diye cevap vermiş. Padişah bir dedeme, bir de uzakta duran geyiklere bakıp ‘Uzakla nasılsın?’ diye sorunca, dedem ‘Uzağı yakın eyledim,’ diye cevap vermiş. Padişah kaftanını söyle bir arkasından toplayıp ‘ikiyle nasılsın?’ diye sorunca, dedem Veli ‘İkiyi üç eyledim,’ demiş. Padişah dedemin gözlerinin içine bakıp ‘Kaz göndersem yolar mısın?’ diye sorunca derviş dedem ‘Ustasıyım,’ deyivermiş. Bir ilerlemekte olan askerlere bir de padişah ile dedemin konuşmasına bakan vezir, padişah gidince dedeme soruların ve cevapların anlamalarını sormuş. Derviş dedem, akıllı adam, bedavaya kelam eder mi heç? Bir kese altın istemiş karşılığında. Vezir de kabul edince  dedem bir bir açıklamış: ’Padişah ilk soruda erken evlensen oğlun olsaydı deyince ben kızım oldu oğlum küçük dedim. İkinci soruda uzağı yakını görüp göremediğimi sordu, ben de vaktiyle gözlerimin iyi gördüğünü ancak yaşlanınca sadece yakını görebildiğimi belirttim. Üçüncü soruda gençliğimi yaşlılığımı sorunca bastonla yürüdüğümü, yani üçlediğimi söyledim. Son sorduğu soruya verdiğim cevap ise senden aldığım altınlar içindi. ‘”
   Kasetin daha dinleyecekleri varken teyp “tık” edince Ali Seyit senelerdir babasından kendisine kalan tek yadigârı korumak için bir hekim titizliğiyle uğraşmış. Teybe takılan kaseti itinayla çıkarıp, nazikçe sardıktan sonra çıkıp tavuklarının yanına varmış. Onlara hep aynı şeyden bahsedermiş: Ocağın kapısının açılıp, dervişe derviş demeye, yüz sürmeye, selam vermeye gelecek olanlara duyduğu özleminden. O günü kurarmış kafasında yıllardır.


Gamze Arslan - Çerçialan

Varlık Yayınları, s.47-49


Yorum Gönder

0 Yorumlar