Akıl, çıkarını düşündüğü için, yararlanmak istediği için, büsbütün yok etmezdi. Fakat ben suçsuzdum; beni, bu toplumun hukuk anlayışı çileden çıkarmıştı. Bilerek işlenen suçlardan korkuyordum sadece; oysa beni her gün suçlu duruma düşürmek için binlerce tuzak kuruluyordu. Bununla başa çıkamazdım. Aslında, okuduklarımdan sezdiğime göre (hiç bir şey açıkça ifade edilmiyordu bu satırlar içinde), insanın bilmeden suç işlediğine de inanılmıyordu; raslantının, kör kuvvetlerin filân, kendini aldatmak olduğu kabul ediliyordu. Sonunda dayanamadım bunlara; bir köşeye büzüldüm kaldım.
O köşede ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum. Uyuyup uyumadığımı da bilmiyorum. Uyku ile uyanıklık arasındaki fark azalmıştı herhalde. Düşündüğümü hatırlıyorum. ne düşündüğümü bilmiyorum. Uykuda düşündüm galiba. Kendi başımın çaresine bakamayacağımı düşündüm sonunda. Bunu hatırlıyorum, en son düşüncemi. Aklıma bir baktırmalıyım, dedim; kendimi uzmanların eline bırakmalıyım. Ben her şeyi birbirine karıştırdım; onlar daha iyi bilirler. Bni hiç olmazsa, benim gibi olan insanlarla bir araya koyarlar. Çevremdeki bağırışların, delice konuşmaların ne önemi var? Bir şey anlayamıyorum ki kelimelerden, cümlelerden. Karışık düşünmeyi bıraktım; basit bir iki söz üzerinde yoğunlaşmayı denedim. Telefon, dedim telefon. Açılsın ve bir doktor, dedim, bana gelsin. Telefona bak, dedim. Sık sık yokla. Bir rehber aldır. Ne rehberi? Telefon rehberi. Kime aldırayım? Bakkala, bakkala. Sana çok iyiliği dokundu. Rehber aldır. Rehber aldır. Telefona bak. Neden? Açılmış mı diye. Peki. Telefona bak. Az düşün. Sağlam düşün. Telefon. Bakkal. Rehber. Doktor. Doktoru ara.
Telefon açıldı sonunda. Birden ses geldi açınca, düdük sesi. Tam açıldığı anı yakalayamadım gene. hiç bir zaman, olmamak ile olmak arasındaki kesin geçişi görememişimdir.(Güneşin tam doğduğu, yaprağın tam açtığı zaman; benim, bir şeyi ilk düşündüğüm an.) Doktor, olur hemen gelirim, dedi. Ve çabuk geldi. (Özel arabası vardı.) Bu işlerin ustası olduğu için, tanışırken ve konuşmaya başlarken güçlük çıkarmadı.Ona içimi döktüm. Artık kendimi savunacak gücümün kalmadığını söyledim. Bir akılsızlar evine yatırılamaz mıydım? Başka türlü bu evden dışarı çıkacağım yoktu.(Bu doğruydu.) Açıklamak istemediğim bazı nedenlerle, evimden ayrılmak aşağı yukarı imkânsız bir duruma gelmiştir. Beni ancak bir doktorun, belirli bir hastalık teşhisiyle buradan alıp götürmesi mümkün olacaktır, efendim. Diyelim ki, tehdit edildiğimi, beni evde oturmak zorunda bıraktıklarını sanıyorum.(Kendime deli süsü veriyordum; başka çarem yoktu.) 'Fobi' ya da 'mani' ile biten birtakım kelimeler saydı bana. Yok canım, ben durumumu biliyorum doktor. Ona, okuduğum kitapları gösterdim. Beni cahil sanmasını istemiyordum. Kimsenin bilmediği büyü kitaplarını bile okuyorum, bakın. Gözlüklerini taktı. Benim bir 'vaka' olduğumu söyledi. Bunu da biliyordum. Mesele, kitaplarda gördüğünüz kadar basit değil; bu bir tıp olayıdır, bir tedavi meselesidir. Bu işlerde amatörlük tehlikelidir. (Bunu da biliyordum.) Fakat doktor bey, duvarların (bahçe duvarları, demek istiyorum) bütün imkânlarını, sınırlarını denedim; biliyorsunuz, duvarların ötesi ancak düşünülebilir, hayal edilebilir. Bunu kendi imkânlarımla yapamam, beni oraya götürmelisiniz. Düşündü. Ben durumunuzu çok ilerlemiş bulmuyorum, henüz bunu gerektirecek bir şey (o, şey demedi tabiî) görmüyorum. Çok rica ediyorum, sonra çok geç kalınmış olacak. Bilmem ama, nasıl söylesem (düşündü) toplumun içinde durumunuzun sarsılabileceğini hiç düşünmediniz mi? (Düşünmedim.) Bu sırada nasıl düşünebilirim efendim? Her zaman düşünmeli, geriye dönme ihtimalini her zaman hesaba katmalı. Hastaneden çıktıktan sonra... Bilmem anlatabiliyor muyum? (Anlatabiliyordu.) Bence insan açık vermemeli; çevre kötüdür biliyorsunuz. (Biliyordum.) Yapacak bir şey yok demek? Biraz daha düşünün, beni istediğiniz zaman arayın. Giderken de güçlük çıkarmadı, belki zamanı değerli olduğu için ayrılış törenini uzatmadı. Gitti. (Anlıyordum doktor da onlardandı. Anlıyordum; düşünmemekle birlikte anlıyordum.)
0 Yorumlar