Danışman François Bellanger’ye göre zaman, “herkesin tüketimini ve devingenliklerini yönetmekte kullandığı gündelik taktiklerle temel bir öğeye” dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak, alışveriş zaman kaybını önleyerek tüketiciye zaman kazandırmayı (kuyrukların, mağaza içindeki dolambaçların ortadan kalkması, hemen el altındaki ürünler vb.) ve bu engel-zamanı haz-zamana, yani serbest zamana dönüştürmeyi kendine görev bilmelidir. Hazcılığa ayrıcalık tanınmalıdır. Alışveriş angaryasının eğlenceyle, keşifle, oyunla birleştirilmesi shoppertainement ya da retailtainment gibi yeni sözcükler uydurmaktan çekinmeyen dağıtımcıların amacı haline gelmiştir. Çılgınca bir iştir bu, nasıl da eğlenilir: bir sinema, bir lokanta ve alışveriş arabasıyla yarış! Marcq-en-Barceil’deki Auchan’ın Chronodrive drive-in’inde arabaya yiyecek almak istemiyorsanız eğer, internet üstünden sipariş verip evinizde teslimatçıyı bekleyebilirsiniz. E-alışverişin önünde güzel günler var. Ama toplumculluktan yoksun bir yöntem bu, herkesin siparişi kendine!
Dolayısıyla, buyurun size çok eski bir düşünce: negotium’a kesinlikle olamayacağı şeyin, otium’un süsünü vermek. Her şeyin sözcüklerine bağlı olduğunu söyleyeceksiniz bana. Aslında, boş zaman insanın kendisi için ve önemsiz şeyler için, karşılıksız olarak serbest bırakılmış bir zamandır -özgür bir zaman değildir-, tüketim ediminin dinamiğinden kaçar; değiş tokuşun, yani kımıldamanın, taşımanın dinamiği içinde kalır. Buna karşın tüccarlar, kimi zaman olağanüstü buluşlarla, alışverişleri daha hoş kılmaya, onları oyunlu uygulamalarla süslemeye çalışırlar. Kimdir enayi olan? Müşteri yanılsama da dahil olmak üzere, kendisine verilen her şeyi, olanaklıysa faizsiz krediyle alır! Kimi zaman pazara gidip satıcıyla çene çalmaktan hoşlanır görünür. Başka zamanlarda, köşedeki küçük tüccara öncelik tanıyacaktır -oysa o daha pahalıdır ve daha az kısıtlı belli bir ürün yelpazesi sunar. Tüketici gezintiye çıkar. Elbette arabayla, kent merkezindeki belli ürün yelpazesinde uzmanlaşmış bir mağazadan, önce kenar mahalledeki bir alışveriş merkezine, oradan varoştaki hipermarkete geçerek bakınır. Bu seçim yapma olasılığı (kaldı ki bir hayli sınırlıdır bu olasılık) en azından onun gözünde kendi özgürlüğünün kanıtıdır, özgürlük de onun eşsizliğinin simgesidir. Onu bundan caydırmak mı gerekir? Yoksa bu tutumundan ötürü kınanmalı mıdır? Felsefe, hizmet ahlakçısını oynamak, hileyi yakalamaya çalışmak, çıkar gözetmeleri ortaya çıkarmak zorunda değildir; o temel olarak kişinin kendiyle barışmasına, eleştirel bir zihne sahip olmasında, dünyaya ve ötekilere açılma yetkisini her zaman güçlendirmeye yardımcı olur. “Kişi tüketirken de bu geçerli midir?” diye sorar kuşkucu kişi.
Tüketim, en azından tüketim tarzlarından biri, değiş tokuşa, Öteki’yle karşılaşmaya yarayan o özel iletişim biçimine benzer. Tüketim gerekliliği hiçbir şekilde üst üste yığılmış mallarda değil, destekleyebileceği ilişki sistemlerinde yatar. Üretkenlik ideolojisi, gelip geçici ürünleriyle, aşırı donatımıyla, kolay kredisiyle vb. birlikte, gittikçe daha çok geçersiz sayılmaktadır, özellikle de çok daha büyük bir çevre duyarlılığıyla “İlerleme’nin zararları”na karşı koymak isteyenler tarafından. Tuhaf bir biçimde, yeni değiş tokuş uygulamalarının açığa çıkışı, tüketici derneklerinden değil de İnsanlık’ın yazgısını dert edinen “değişken” bir topluluktan ileri gelir. Öyle görünüyor ki, otium bu yoldan negotium’un içine girmektedir. Bununla birlikte, gereksizin gerekliliği kendini kabul ettirmiş midir?
0 Yorumlar