Üçüncü Demir Gece; olanca gerginlik içinde bir gece. Hiç değilse biraz don olsaydı! Don yerine gündüzün güneşinden kalma bir sıcaklık; ılık bir bataklık gibiydi gece. Bir küçük ateş yaktım...
Eva, arasıra saçlarından çekilip sürüklenmenin de bazı yararları vardır hani. İnsanın aklı öylesine çelinmiş olabilir. İnsan, saçlarından çekilerek dere tepe aşarken, ne oluyor böyle, diye birisi sorarsa, memnun mutlu, şöyle cevap verebilir: “Saçlarımdan sürüklüyorlar beni!” “Kurtarmak için yardımına geleyim mi?” diye sorulunca da, “Hayır!” cevabını verir. “Peki dayanabiliyor musun?” diye sorarlarsa, “Evet, dayanıyorum, çünkü beni çeken eli seviyorum,” cevabı verilir... Sen bilir misin Eva, ummak ne demektir?
Evet, sanırım.
Bak Eva, ummak garip bir şeydir, bambaşka bir şeydir. İnsan bir sabah bir yol boyunca yürüyüp sevdiği kimseye o yolda rastlayacağını umabilir. Ona rastlar mı? Hayır. Neden rastlamaz? Çünkü sevilen kimse o sabah ya bir işle meşguldür, ya da bir başka yerdedir... Ben dağlarda yaşlı ve kör bir Lâpon’la tanıştım. Elli sekiz yaşından beri gözleri hiç görmüyordu, yetmişini aşmıştı. Ama o zaman geçtikçe daha iyi gördüğünü sanıyor, kendince görmesi düzenli bir biçimde iyileşiyordu. Bir terslik olmazsa birkaç yıl içinde güneşi görebileceğini umuyordu. Saçları henüz siyahtı, ama gözleri bembeyaz. Çadırında oturmuş tütün içerken, bana kör olmadan önce gördüğü çeşitli şeyleri anlatırdı. Diri ve sağlıklıydı; duyarlığı bir yana bırakmış, yıpranmamıştı; umudunu kaybetmemişti. Gideceğim zaman beni geçiriyor, bana çeşitli yönleri gösteriyordu. Şu taraf, güneş diyordu, şu taraf kuzey. Önce şu yönde yürü, aşağı dağa indin mi şu yöne sap! diyordu. En ufak yanlış yok, cevabını veriyordum. Lâpon sevinip gülüyor, “Bak!” diyordu. “Kırk, elli yıl önce ben bunları bilmezdim; demek ki şimdi o zamanlardakinden daha iyi görüyorum, zamanla daha da iyileşiyorum.” Sonra eğiliyor, çadırına giriyordu; yeryüzündeki yurduna, çadırına giriyordu. Yine eskisi gibi, birkaç yıl içinde güneşi mutlaka görebileceği umuduyla yine ateşin başına oturuyordu... Eva, umut dediğin pek tuhaf bir şey. Örneğin ben şimdi geziniyor, bu sabah yolda rastlayamadığım o kimseyi unutacağını umuyorum.
Ne garip konuşuyorsun!
Bu Üçüncü Demir Gece. Sana söz veriyorum, Eva, yarın ben bir başka adam olacağım. Şimdi yalnız bırak beni! Yarın beni tanıyamayacaksın, güleceğim ve seni öpeceğim, benim güzeller güzeli sevgilim! Düşün, bir bu gece kaldı benim önümde; bu geceden sonra ben başka bir adam olacağım; birkaç saatim kaldı. İyi geceler, Eva!
İyi geceler.
Ateşime daha yakın uzanıyor, alevleri seyrediyorum. Daldan bir çam kozalağı düşüyor, zaman zaman da kuru bir dal parçası. Gece dipsiz bir derinlik gibidir. Gözlerimi kapıyorum.
Bir saat sonra duyularım belli bir ritimle sallanmaya başlıyorlar, bu büyük sessizlikteki yankıya ben de katılıyorum, ezgiye ben de karışıyorum. Yarım aya bakıyorum, ay bir beyaz sedef gibi gökte; içimde aya karşı bir aşk duyuyor, kızardığımı hissediyorum. Sessiz ve tutkulu, “Bu ay!” diyorum. “İşte ay!” Yumuşak vuruşlarla kalbim aya karşı çarpıyor. Bu durum birkaç dakika sürüyor. Hafiften bir esinti, bir yabancı rüzgâr bana doğru geliyor, havada tuhaf bir basınç. Nedir bu? Çevreme bakıyor, kimseyi göremiyorum. Rüzgâr beni çağırıyor ve ruhum çağrıyı kabul ederek eğiliyor; ilişkilerimden koparıldığımı, göze görünmeyen bir göğüse bastırıldığımı hissediyorum; gözlerim yaşarıyor, titriyorum. Tanrı, yakında bir yerden bana bakıyor. Bu durum da birkaç dakika sürüyor. Başımı çeviriyorum, havadaki o tuhaf basınç kayboluyor, bir hayalet sırtına benzer bir şey görür gibi oluyorum; sessizce ormana dalıp gidiyor hayal...
Kısa bir zaman için, ağır bir uyuşuklukla savaşıyorum. Heyecanlardan bitkin düşüyor, uyuyakalıyorum.
Uyandığımda gece sona ermişti. Ah, uzun bir süre acınacak halde, ateşler içinde dolaşıp durmuş, hep bir hastalıkla yıkılıp kalmayı özlemiştim. İkide bir gözlerimin önünde her şey sağa sola sallanıyor, her şeyi kızarmış gözlerle görüyordum. Derin bir iç üzüntüsü eziyordu beni.
Şimdi hepsi geçti.
0 Yorumlar