Mayreni başörtüsünün kenarıyla gözyaşını sildi, iki yanına sallandı: “Agop da burda olsaydı… Yavrum. Askerim!”
Dünyanın verdikleriyle ve aldıklarıyla bir ibret yeri olduğunu düşünen Mayreni, insanın elindekiyle böbürlenmesini suç sayar ve bundan çok korkardı. Onun kafasındaki Allah, böyle durumlar için pusuya yatmış birine benzerdi, neyle böbürlendiysen onunla cezalandırırdı seni. Bu nedenle istavroz çıkardı ve bir yıldır Çanakkale’de askerlik eden oğlunu koruması için Allah’a dua etti. Gülgaran’ıyla Siranuş’u için de iyilik diledi ama en çok oğlu içindi duaları. “Aslanım” dediği, “Asker yavrum” diyerek özlemiyle yanıp kavrulduğu Agop için.
Hatice, yemek ve is kokusunu savura savura geldi. Baktı ki herkes ağlıyor, elini çenesine bastırarak gülümsedi. Sonra ineğin başına çöktü; Mayreni’yle göz göze geldiler. Kadınlar, kaş gözle de birbirini anlar. Hele onlar iki dostsa… Biri çocuksuz olsa da birbirine benzeyen iki kadındılar: Yaşını belli etmeyen yüzleri ve her zaman yaşlı duran gövdeleri vardı. Anadolu kadını, üç çocuk doğurunca cinsiyetsiz kalmayı başarır; hem cinsiyeti aklından çıkmaz, hem de erkeğin peşinde koştuğu şeyi taşımaktan hoşlanmaz…
Kirkor, sigara yakıp ayağa kalktı, Memet’e tabakasını uzatırken, ağzından burnundan duman çıkararak konuştu. Şakacı bir hali vardı, küçük kızı Siranuş’a sarıldı, onu mıncıkladı: “Çocuğum yok diye ağlanır mı akılsız! Gülgaran gibi kızın olacağına hiç olmasın!”
Gülgaran utandı, annesine baktı.
Memet tabakayı dizine koyarken, Kirkor ineği gösterdi: “Şunun buzağısını evlat edin, daha iyi.”
Tabakanın içinden bir kağıt aldı Memet, “Halt etmişsin! Huysuz!” dedi.
“Nerem huysuz ulan benim?”
“Huysuzsun işte! Dikran’ı boşuna azarladın! Huysuzluktan…”
Kirkor karısını kızdırmak istemiyordu. Dün sabah silah sesleriyle uyandıklarında kadının nasıl ağladığı hâlâ aklındaydı. O yüzden işi şakaya vurdu, Memet’e çıkışırken kızlarına sarıldı: “Böyle konuşma. Bak, bunları terbiye edemiyorum senin yüzünden!”
Memet de işi yumuşatmak istedi: “ Hadi ordan testere sapı!”
0 Yorumlar