"Narla İncire Gazel" - Bilge Karasu


"Sana, penceremin önünde duran o vişne ağacını anlatmıştım. Karanlıkta bile, ona bakmak bir mutluluktu, bolartırdı gönlümü. Sen o vişne ağacı gibisin, demek isterim sana. İlkyaz güneşinde sert, yalız, ışınımlı aklığıyla bir kışın daha ödülünü dağıtır gibi göğe karşı çiçeklenen, taç yaprakları pörsüyüp döküldüğünde ardından gelecek alın umuduyla bizi oyalayan, yemişi, koparılmazsa, uzun süre karara karara kışı bekleyen vişnenin bütün hallerini sende görüyor değilim elbet. Ama onun gibi bir yaşam umudusun benim için. Yaşanabileceğini, yaşamağa çalışmak gerekeceğini duyurup duran. Ama böyle sözler sana söylenmezmiş, söylenemezmiş gibi gelir hep. Kurağın ateşini söndüren, soluk aldıran, kapıları açan yaz yağmuru gibisin bana. Ama sıkılırsın diye söylemekten kaçınırım.”
    Yanıt, elimin üzerinde gezen ağzının bir yandan da “şşş, şşş” demesini becermesiyle oluşuyor. İncirin altındayız gene. Çevrede kıpırtı yok, ya da bize öyle geliyor. Surun üzerine çıkıp uzanıyoruz. 
    "Böyle yatıp yıldızları görebilmek için bir yıl daha bekleyeceğiz. Yarın gece, giderayak, bu rahatlığı bulmalıyız. Ne olur, o demek istediğini söyleme de onsuz konuşalım bu gece. Böyle bakma, biliyorum, ölümü, yokluğu usundan geçirmeden edemezsin. Hele öyle anlarda. Biliyorum, düşünmeksizin var olmayı, düpedüz var olmayı çoktan unuttun. Olsun! Gül gülüm, gül! Her zaman bu kadar zorbalık etmem de, bilirsin. Hem diyeceğim var, bambaşka bir şey… İnsanlarla ilişkilerinde... Çok yadırgadığım bir şey var, onu söyleyeceğim. Farkındasın, evelemekle kalmıyorum, uzattım bile... Sana yakın görünenleri düşünüyorum yalnız şu anda. Gerisini unutalım. İmdi... Çoğuna, bakmakla yetinirsin. Tamam, senin bakman başkalarınınkinden biraz daha verimli olabilir, ama gene de bakmaktır. Bir gözden öte bir şey olmağı, neredeyse, reddetmektir. Pek azına sen yanaşırsın; yani gerçekten konuşursun, biriyle karşılıklı geçip konuşmak anlamında… Anlattıklarını dinlemekle yetinmezsin. Neme gerek, dinlediğini can kulağıyla dinlersin çoğu zaman ama ancak yanaştıklarına, nezaket kurallarının ötesine geçecek bir şeyler sorarsın… Tamam arada bir, kıtırın kokusunu da iyi alırsın ama genellikle insanların yalan söyleyebileceği, en azından, doğruyu dosdoğru söylemeyebileceği aklının köşesinden geçmezmiş gibi dinlersin anlatılanı. Sen yalan söylemezsin diye, olsa olsa, ancak kimi şeyden söz etmeği seçmişsin diye herkes de… Neyse, geçelim. Bana bile, ‘bile’ diyorum, üstüne basa basa, yerimizi bilelim artık, di mi? bana bile, ne kadar az şey sormuşsundur! Durmadan geçmişler kurarsın ama insanların geçmişini kendilerine sormazsın, anlatsınlar diye beklersin. Kendini anlatışının, sözün arasına birtakım anılarını sıkıştırıverişinin, karşındakini de konuşmağa çağırmak olduğunu kaç kişi çakmıştır bugüne dek? Ben ayasıya bir ay geçmişti aradan. Sen kimsenin yaşamına burnunu sokmak istemediğini düşüne koy, karşındakilerin çoğu ilgisizliğinden yılıyor. Birkaçını biliyorum. Sayayım mı?"

e.n. Dil bilgisi hataları ilgili dönemde hata değildir, özgün metinde değişiklik yapmak istemedik.

Bilge Karasu - Narla İncire Gazel*

Metis Yayınları, s.124-125


Yorum Gönder

0 Yorumlar