Mektuba bir hitapla başlanması gerektiğini öğrettiler okulda. Düşündüm. Bir cevap bulamadım. Neyimsin sen?
Gece birbirimize eski arkadaşlarımız, eski alışkanlıklarımız hakkında sorular sorarken, "Hâlâ yazıyor musun?" diye sordun, "Bu sıralar değil," dedim. Çok uzun süre sonra işte yine, yazıyorum. Sayemizde. Hayatımdaki onca olumlu olumsuz olaya, alınmış büyük kararlara rağmen, kalbimi, bedenimi, zihnimi senin kadar yoran, sevindiren ve bir o kadar da yerle bir eden başka bir şey yok. Hiç olmadı. Belki ileride bir gün bana benzeyen bir kız çocuğunu doğurup elime alırsam, ancak onun heyecanı ve karmaşası ile tekrar yazabilirim diye düşünüyordum.
Yine isteğim dahilinde kıpırdattın yüreğimi bugün. Gideceğini bile bile bilmem kaçıncı kez kapadığım kapıyı yeniden açtım. Anlayacağın yine gönüllü acı çekiyorum. Havaalanında seni uğurladıktan sonra yolda tutamadım kendimi, ağladım. O an anladım sana karşı hiç büyüyemediğimi. Otogarları, vapur iskelelerini, ayrılışları sevmediğimi, sevemeyeceğimi. Küçük bir çocuk gibi dudaklarım, çenem titreyerek ardından ağlayabileceğimi.
Hayatımın aşkını bir azap gibi yaşamak düştü benim payıma. Seni her defasında uğurlarken, son defa görüyormuşum korkusunu bir daha yaşamam diyordum. Hiç sanmıyordum. Bugün anladım tekrar. İçimde hiç eskimediğini, ani da olsa "Belki de gitmez" diyerek kendimi kandırdığımı, yanında salağı oynadığımı, gece uyku arasında onlarca kez beni öpüp tekrar uyuduğunda, uyuma numarası yapıp sonra uzun süre seni izlediğimi, yıllar da geçse defalarca defalarca defalarca ister gönüllü ister gönülsüz ama başa sarabileceğimi ve bir tek sana karşı iradesiz oluşumu. Bugün tekrar hatırladım.
Bir tek sigara kalmış senden çantamda. Parliament uzun. Upuzun. Sanki sürekli bir şeylerin gelmesini bekleyenlerin sigarası. Aldım masamın üstüne koydum. Bilerek mi bıraktın yoksa öylesine mi kaldı bilmiyorum. Yanlışlıkla ıslandı, kuruttum. İçsem mi, senden kalan son şeyi tüketsem mi, bilemedim. Bıraktım olduğu yerde, ellemiyorum.
Bana bıraktığın kitabı daha önce okumuştum ve ben de beğendiğim yerlerin altını çizmiştim. Dün gece sana söylemek istedim ama vazgeçtim. Sanırım aynı paydada birleşebildiğimiz tek ortaklık bu; kitapları çizmek. "Kurşun kalem: Kelimeleri kurşun ağırlığına çevirebilen, güçlü bünyelerin savaş silahı." Bu sloganı bana hediye almayı unutup da hep kullandığım kurşun kalemi hediye ettiğin 23. yaşımın gecesinde uydurmuştun. On yıl geçmiş. Keşke hâla o kadar saf olabilseydik. Kendi kitabımda altılı çizili yerlerle, seninkindekileri karşılaştırdım, birbirini pek tutmuyor. Altını çizmediğin için kalbimi kıran bir satır var, oysa ben bunu çizmiştim.
"Seni kendimden bile daha çok seviyorum. Eğer bunu söyleyebilirsem kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı."
Seni uğurladıktan sonra üstümdekileri değiştirmedim, bu gece de değiştirmeyeceğim. Seninle son defa uyuyacağım bir başıma ve sonra da söz verdiğim gibi nerede bıraktıysak öyle kalacak her şey. Sabahtan sonra bilindik hayatıma devam edeceğim. Tıpkı sana hep söz verdiğim gibi.
Dudakların dudaklarıma bir kere daha içimden gelerek değdiği için, bir kere daha bedenimi ruhumu birleştirmeme izin verdiğin için, gece bana sımsıkı sarılıp beni hayattan kopardığın için, bir zamanlar çok sevildiğimi hissettirdiğin için, çok teşekkür ederim. Sakin karışıklık yarattın diye düşünme, aksine yaşadığımı hissettirdin.
Mektup bir hitapla başlamalıydı, ben beceremedim. Neyimiz normal ki mektubumuz öyle olsun zaten, değil mi? Bir türlü başlayamadığımız ama kolaylıkla bitirebildiğimiz gibi, ben de hitapla bitiriyorum madem:
Tüm pişmanlıklarımın, geç kalmışlıklarımın toplamına...
Hep sevgiyle.
|
0 Yorumlar