Geleneklerimize göre; annemle babamın odasında, aynanın önünde; geleneklerimize göre, önemli olan bu. Büyükannem vurgulayarak söylüyor bunu. Onun dilinde avunma, huzur gibi şeyler karışıyor şu basit deyişe: Geleneklerimize göre. Fermuar takılıyor. Hava sıcak, pencereyi açmalı, içerisi havasız. Elbisenin içine girmeye çabalıyor annem. Kumaş fermuara sıkıştı. Hep bu paçavra, diyor babam. Paçavra değil o, diyor büyükannem, iyi bir kumaş. Eteğin ucunu parmaklarının arasında ovuşturuyor. Hep de ne demek, diyor annem. Bu elbiseyi yalnızca bir kere giymişti, büyükbabamın cenazesinde. Şık bir elbise, diyor büyükannem. Babam sabırsızlanıyor. Bir saatten beri hazır, dün ense traşı için berbere gitmişti. Siyah takım elbise, beyaz mendil, gri şapka. Böyle gidebilir miyim, diye soruyor büyükannem. Git tabii, git, kim görecek seni, kimse bakmaz ki sana, yaşlısın, elbette böyle gidebilirsin, hem kendine söz söyletmezsin sen. Kürk şapkanın altında kaybolmuş yine yüzün. Rus köylü kadınlarına benzemişsin. Evet, tabii böyle gidebilirsin, diyor babam. Annemin fermuarı sonunda kapanıyor. Kaşlarının altında biriken ter damlacıklarını siliyor hafifçe, sonra dudaklarını boyuyor, bu ağzıyla bugün de gurur duyabilir. Hemen el çantasını da cilalamalı, çabucak. Deri pırıl pırıl parlamalı. Annemin ne zamandan beri böyle bir çantası olduğunu bilmek istiyor babam. Yıllardan beri, diyor annem. Büyükannem başıyla onaylıyor. Bu çantayı hiç görmemiştim, diye diretiyor babam. Şık bir çanta, diyor büyükannem, ayakkabılara uyuyor, en önemlisi de bu. Annem eldivenlerini düzeltiyor. Eldivenin sol tekini takıp, ötekini giymeden sağ elinde tutması mı gerekir, diye soruyor. Elin donar diye uyarıyor büyükannem. Acele edin, diyor babam.
Ya o? Onun neyi var? Niye yatağa uzandın? Kötü mü hissediyorsun kendini? Birdenbire üç surat da üzerimde. Elbiseni buruşturuyorsun! Ayakkabılarını giy! Mantonu al! Hangi mantoyu? Kendininkini tabii! Bu güzel mantoyu, diyor büyükannem, böyle iyi, bununla çıkılabilir insan içine. Biraz toparlayayım şuraları, diyor annem, her şey ortada, durun da biraz toparlayayım. Hayır, babamın acelesi var. Gördün mü, şimdi de güzelim elbisen buruştu. Niye yatıyorsun? Dur, bir bakayım sana! Niye kuaföre gitmedin? Heyecan işte, diyor büyükannem, geçmişi hatırlıyorum da... Bırak şimdi geçmişi hatırlamayı, diyor babam, ceketinin düğmelerini ilikle. Hatırlıyorum da, diyor büyükannem, aman Tanrım! Ölü gibi bu kız! Çok az yiyor bu çocuk, çok da sigara içiyor. Boş mideye koyu kahve her gün! Lütfen, ''Kölnischwasser”ini sürünme bugün, diyor annem ve büyükannemin eline küçük bir şişe tutuşturuyor. Yanyana oturacaklar ve annem, büyükannemin "4711” kokusuna dayanamıyor. ''Kölnischwasser” imi hep sürünürüm ben! Büyükannem böyle alışmış olduğunu söylüyor. Ayrıca, tutumlu olmak zorundaymış. Tutumlu olman gerektiğini kim söylüyor, her ay yeterince para alıyorsun, diye sesleniyor babam. Geleceği düşünmek zorundayım, diyor büyükannem. Haydi gel şimdi, diyor babam, vaz mı geçtin yoksa?
Vazgeçsem ne olur? Telefon etsek ve gelmeyeceğimizi bildirsek! Belki başka bir zaman, daha sonra, ama bugün değil. Düşündüm, istemiyorum, aslında hiç istememiştim, çünkü aldattınız beni. Yalnızca bir formalite, demiştiniz. Oysa şimdi heyecan içindesiniz, son derece önemsiyorsunuz, hepiniz karşısınız bana. Korkma yavrum, demiştiniz, bu yalnızca bir gelenek.
0 Yorumlar