"Kumandanı Öldürmek" - Haruki Murakami


O hafta perşembe günü karımdan bir zarf geldi. Mart ayında evden ayrıldığımdan beri ondan aldığım ilk haberdi bu. Görmeye alıştığım güzel, düzgün el yazısıyla adres ve gönderici adı yazılmıştı zarfa. Hâlâ soyadımı kullanıyordu. Ya da resmi olarak boşanma gerçekleşene dek kocasının soyadını taşıması belki de daha doğruydu. 
   Mektup açacağıyla zarfı düzgünce açtım. İçinde bir buzdağının üzerinde duran beyaz bir kutup ayısının olduğu bir kartpostal vardı. Kartpostalda boşanma belgesini imzalayıp mührümü bastığım ve hemen gönderdiğim için teşekkür ediyordu. 
   Nasılsın? Beni sorarsan pek bir havadis yok, yaşıyorum işte.
   Hâlâ aynı yerde oturuyorum. Belgeleri hızlı bir şekilde gönderdiğin için teşekkürler. Minnettarım. İşlemlerde  yeni bir gelişme olunca hemen bildireceğim. 
   Evde bıraktıklarından bir şeye ihtiyacın olursa bildir lütfen. Kargo şirketiyle adresine gönderirim. Umarım ikimizin yeni hayatı da yoluna girer.
Yuzu


   Kartı defalarca okudum. Satırlar arasına gizlenmiş duyguları anlamaya çalıştım. Ancak bu kısa nottan ne bir ima ne de niyet okunabiliyordu. Orada net bir şekilde yazdığı mesajı bana olduğu haliyle iletmek istemişti sadece. 
   Anlamadığım bir başka şey ise, boşanma belgelerinin hazırlanmasının neden bu kadar uzun zaman aldığıydı. İş olarak, o kadar zahmet gerektiren bir şey değildi. Onun bir an önce ilişkimizden kurtulmak istediğini düşünmüştüm. Buna karşın ben evden ayrılalı altı ay geçmişti. O arada neler yapmıştı acaba? Neler düşünmüştü? 
   Kartpostaldaki beyaz ayının fotoğrafına baktım. Ancak onda da bir niyet okuyamamıştım. Neden beyaz bir kutup ayısı seçmişti ki? Muhtemelen elinin altında şans eseri bu kutup ayılı kartpostal vardı, o da onu kullanmıştı. Öyle olabileceğini düşündüm. Ya da küçük bir buzdağının üzerinde duran beyaz ayı, gideceği yeri bilmeyen, denizin akıntısıyla sürüklenen beni mi işaret ediyordu? Hayır, muhtemelen ben abartıyordum. 
   Kartı zarfa geri tıktım, masadaki en üst çekmeceye koydum. Çekmeceyi kapatınca, artık sanki bir sonraki aşamaya geçebilirmişim gibi bir duyguya kapıldım. Çıt diye ses çıktı sanki,  bir basamak daha yukarı çıkmış gibi. Bu ilerlemeyi ben gerçekleştirmiş değildim. Birisi ya da bir şey benim yerime benim için yeni aşamayı hazırlamıştı, ben sadece programa uyup hareket etmiştim.
   Pazar günü Marie Akikava'ya boşanmadan sonra neler hissettiğimi söylemiştim.
   Şimdiye dek benim yolum budur deyip normal bir şekilde yürümüşsün, sonra birden yol ayaklarının altından gıcırtılar çıkararak yok oluveriyor, önünde bir boşluk var, ne yöne gideceğini bilmiyorsun, sadece aynı tempoda adım atmaya çalışıyorsun, bunun gibi bir his.
   Ne yöne gittiği belli olmayan deniz akıntısı mıdır, ayaklarının altından çekilmiş yol mudur, hangisi olursa olsun umurumda değildi. Aynı şeydi. Sonuçta bunlar metafordan başka bir şey değildi. Ben şu anda gerçek olanı yaşıyordum, gerçeklik tarafından yutuluyordum. Bütün bunları yaşarken bir metafora ne ihtiyacım olacaktı ki? 
   Yapabilseydim, bir mektup yazıp şu an içinde bulunduğum durumu Yuzu'ya detaylı bir şekilde anlatmak isterdim. ''Pek bir havadis yok, yaşıyorum işte'' gibi muğlak bir şey yazmazdım. Aksine, bir dolu gerçek havadisim olduğunu yazardım. Ancak burada yaşamaya başladıktan sonra, çevremde olup bitenleri baştan sona yazmaya kalkarsam, iş çığırından çıkardı. En önemli sorun da burada ne olup bittiğini daha benim bile kendime açıklayabilecek noktada olmamamdı. En azından tutarlı, mantıklı cümlelerle hiç de ''açıklanabilir'' değillerdi. 
   Bu yüzden Yuzu'nun notuna cevap yazmamaya karar verdim. Ya yazıp ona olan biten her şeyi noksansız bir şekilde (mantık ve tutarlılığı göz ardı ederek) anlatacaktım ya da hiçbir şey yazmayacaktım. Bir anlamda ben sürüklenen buz dağında bırakılmış yalnız beyaz ayı idim. Gözün görebildiği hiçbir yerde posta kutusu yoktu. Beyaz ayının mektup gönderebileceği hiçbir yer yoktu.


Haruki Murakami - Kumandanı Öldürmek

Çevirmen: Ali Volkan Erdemir, Doğan Kitap, s.415-417


Yorum Gönder

0 Yorumlar