Hiçbirimiz toprağa burada düşmüş tohum değiliz ama yeşerdiğimiz yer burası. Havasını kendimize hava yapmakta gecikmemişiz, ağacından meyvesini derlemişiz. Hayatlarınızı sarın geriye, çocukluğunuzu bulursunuz da, Erice'nin sizi bugüne getiren tabiat harikası doğasını bulamazsınız. Kaybettiklerimizi sayıp dökmek marifet değil, kalanı elden çıkarmayıp korumacı olmaya bakalım. Çoluk çocuk büyük küçük herkesin hayali, geleceği biz kadınlara emanettir.
Bohçasını kiraz ağacının altında açanla betona serip yayan bir olur mu? Kadınların adak yeri, dilek pınarı Üç Oluk kuruduktan sonra dünya dönse bize ne, dönmese ne?
Konuyu yazıya başladığım yerden farklı tarafa çekip terbiyesizlik etmek istemiyorum ama bir önceki yazımı okuyanlar kiraz ağacıyla ilgili Face'ten istekte bulunmuşlar.
Kiraz çiçeklerinin uçuşup her yeri kar beyazına boyamasının tarifi mümkün değildir, meyvesinin tadına doyum olmaz, hayatta göreceğiniz en güzel küpedir kulağa, takanı saf temiz öpücüğe davet eder, kirazdan daha sevimli bir meyve biliyorsanız söyleyin, beni sınamak için, "Erice'de üveylikten daha çok ne vardı," diye soranlar olmuş, cevabım kiraz ağacıdır, onları da söküp yerlerine ceviz ağacı dikmeye başladılar. Kendini getiren yazıdaki yayladaki ağacını otunu da taşımak istiyor ilçeye, o duyguları yaşadığım için kınamak haddim değil.
Hoş geldiniz sefa getirdiniz, bir diyeceğim var sizlere.
Bir yerin göçmen yurdu olması ayrı şey, göçmen bölgesi olarak ilan edilip felakete davetiye çıkarılması ayrı şey. Şirin ilçemizin ağacını tanıyıp sevin beni okuyorsanız, kirazın kalbini kırana ceviz de yâr olmaz, yollarında o güzel cıvıl cıvıl neşemizi, ilk sevdalarımızın mahcubiyetini bulabilecek miyiz?
Benim Erice'm.
Durumu ne kadar çabuk görüp kavrayabilirse, o kadar az üzüntü çekecekti Ersel, arkasında bıraktığı insanların çoğunu hayat bir tarafa savurmuş. Doğruyu söylemek gerekirse Nergis de kendini daha yeni yeni buluyordu, Erice'ye döndükten sonra aylarca işsiz dolaşmıştı, Gülyaz Abla'nın, kedilerine bakma karşılığında evinin bir odasına yerleşip karın tokluğuna idare etmişlerdi bir zaman üç-dört atölye gezip kâğıt fabrikasına girmişti en son olarak, orada da tacizci bir ustayla uğraşmak zorunda kalmıştı. Ortam fazlasıyla gürültülüydü zaten, kulaklık takmaları gerekiyordu, kaza riski yüksekti, çelik koruma ayakkabısıyla makinenin başında on iki saat kâğıt bağladıkları oluyordu, üstüne bir de ustanın açık saçık şakaları, bağırması, küfrü. Kafasına bir şey takanın elini kolunu bıçak kesip atıyordu, başını çevirip yürüyecek kadar insanlıktan çıkmıştı adam. Yanına verdikleri acemi elemanı, "Yapamıyorsun!" diyerek ağlatmasına katlanamayıp onunla tartıştığı için tehlikeli bir makinede çalışmaya zorlamıştı Nergis'i, zavallı kızı koruyacağım derken eli uçuyordu az daha, sol kolunu da bıçak sıyırmış.
Kızcağız kâğıdı bağladıkça kopuyor, bağladıkça kopuyor, makine tırnak bozmuş rulman dağıtmış, on kere bağlasa yine kopacak, acemi diye sözü geçmiyor.
Üç vardiya çalışıyordu fabrika, üretim şefleri, palet-koli sayısını artırıp sürekli hedef yükselterek iş yetiştirmeye zorluyorlardı işçiyi. Tempoya dayanamayıp çıkışını istemek üzereyken beklenmedik biçimde direniş patlak vermişti.
0 Yorumlar