Suriye Pasajı’nın içi taze demlenmiş çay kokuyor. Kürkçüyü ve oyuncakçıyı geçip soldaki merdivenlere yöneldim. Daha ikinci kattan bizimkilerin sesi geldi bile. Dairenin kapısı aralık, içeri gidim. Köşelere gelişigüzel bırakılmış kumaş rulolarını geçerek salonu buldum. Cem’in kumaşçı babasıyla ortağının eski bürosu burası, uzun uzun pencereleri İstiklal’e bakıyor.
Sekiz, belki dokuz kişi ancak var. Arka arkaya, derslik gibi dizmişler sandalyeleri.
“Siz nasıl geç kalmıyorsunuz, hayret ediyorum.”
Hepsi bana döndü. Ayaklı yazı tahtasının önünde duran Cem’e göz kırpıp sırtından dolandım, pencere tarafındaki sandalyelerden birine oturdum.
“Tanıştırayım,” dedi Cem. “Editörümüz Mustafa, Mustafa, arkadaşlar. Bu sefer de gelmesen bir sonrakine biz sana geliyorduk.”
Boşluğa doğru gülümsedim. Kimse tanıdık gelmedi. Kulaklığımı, tütünümü, çakmağımı ceplerime dağıtırken İlyas’a bakındım ama göremedim. Paltomu sandalyemin arkasına asarken içinden küçük siyah defterimi çıkardım. Yürürken öyküme eklerim diye aklıma gelen bir iki detayı kaydettim.
“Arkadaşlar, konuştuğumuz gibi rahat rahat okunacak, okurumuza dost olacak, kolunun altına kıvırıp yanına alacağı bir dergi olacağız,” diyor Cem. “Vapurda, metroda, çaykahve molalarında, tuvalette, gece uyku tutmadığında gözleri bizi arasın. Geçen sefer üstüne epey konuştuk, yeniden söyleyeyim, güzel öyküler, umut veren sözcükler, akılda kalıcı cümlelerle yola çıkacağız.”
Bir tane daha, dedim içimden, kopyala yapıştırdan öteye gidemeyeceğiz yani. Toplantının gündemi, gidişatı, replikler nasıl da tanıdık. Önümdekinin kapüşonun desenleri bile daha eğlenceli geliyor şu an. Deniz atlarının, kılıç balıklarının ve vantuzların üstünden tek tek gözümle geçiyorum. Yosunları kontürlemeyi sona bıraktım.
“Ben sürüden ayrılacağımızı sanıyordum.”
Kapüşonlunun yanında oturan siyah uzun saçlı kız konuştu. İnce kazağının altında sivrilerek yuvarlanmış omuzlarına baktım. “Yeni bir şey yapacağız diye yola çıkmamış mıydık, iki haftada piyasadakilerin kuyruğu oluvermişiz anlaşılan.”
“Yeni bir şey yapıyoruz elbette Nilay, ama mevcuttan tümüyle sıyrılarak ilk anda ne kadar görünür olabiliriz? Okurun alıştığı bir stil var. Ayrıca sana da bu anlamda büyük iş düşüyor. Yurtdışından ne kadar bilmediğimiz şair, yazar çevirirsen o kadar yeni soluk getireceksin bize. Dergide iki tam sayfa yerin var.”
“Anlıyorum.”
Donuk çıktı sesi, ikna olmuş gibi gelmedi bana.
Cem derginin kapak anlayışından, sayfa düzeninden, renklerinden bahsetti. Yazmaya meraklı meşhurlardan da yazılar istenecekti, tüm bunlar için bir isim listesi oluşturmalıydık. Aramızdan kimin hangi meşhurla bağlantısı var, haftaya konuşulacak konulardan biri de bu olmalıydı. Elbette yeni yazarlara da yer verecektik. Kim bilir, belki de patlayacak yeni bir yazarın keşfini bile yapacaktık.
“Kronos’un, Anday’ın yaptığı gibi genç yazarları ağlatmayacağız yani,” diye araya girdi kapı tarafındaki kız.
“Evet!” dedi Cem’inki, toplantıdaki en memnun kişi o olabilir, tabletine sevgilisinin ağzından çıkan her şeyi hızlıca not ediyor.
“Aynen öyle Sena. Ruhumuz bu olacak. Elitist, muhafazakâr yaklaşımların köküne kibrit suyu dökeceğiz.” Söyleminden hoşnut bana göz kırptı Cem. “Editörlerimizin masasından geçen her yazı dergimize hoş gelir. Mustafa’yla ikinizin posta kutuları dolup taşacak inşallah. Bir de sponsorluk ve reklam işleri var tabii, toplayabildiğimiz kadar para toplamamız lazım. İlk etapta arka kapağa bir reklam yakalasak şahane olur.”
Olmaz mı hiç.
“Tasarımcımız belli mi? Dergiler artık kapaklarıyla satıyor,” dedi arkamdaki çocuk.
“Tasarımcımız İlyas. Ceza’da ve Şimdi’de çiziyor, işinin ehlidir. Bugün gelemedi ama önümüzdeki toplantıda eskizlerinin üstünden konuşacağız. Hem tasarımlarımızı yapacak hem kapağımızı çizecek.”
Demek işimiz bu kadar kolay. Oysa bir dergi için arabasını satan şairler vardı bir zamanlar bu ülkede.
0 Yorumlar