Magda Szabo - Iza'nın Şarkısı


  Hayatında hiç bu kadar kendine ait zamanı olmamıştı. 
   Çocukluğundan beri günleri öyle dolu geçmişti ki, akşam beşikte sallanmasına gerek olmamıştı. Taze gelinken yardım görmüştü ama bu, hiç durmadan koşturarak mutfak ve ev işleriyle ilgilenmesine mani değildi. Emma Teyze'nin evinde nefes almasına bile vakit bırakılmadığından, işlerini keyfince planlamakta özgür olduğu kendi evinde bulunmak onu çılgınca bir sevince boğuyordu o zamanlar. Vince işini kaybedince çocuğun bakımına ilaveten bütün işler onun omuzlarına yıkılmıştı. Her şeyi yapmaya öyle alışmıştı ki, Vince'nin iadei itibarından sonra da en zor işler haricinde yardım istememiş, sadece hangardan odun çıkarmaktan ve çarşaf yıkamaktan vazgeçmişti; büyük temizlik vakti geldiğinde de talimat vermekle yetiniyordu. 
   Vince sağlığı iyi olduğu sürece ona yardım etmişti, zira erkek işi kadın işi ayrımı yapmazdı; ayrıca, Vince gibi emekli değil hekim olduğu halde Antal de ona yardımcı oluyordu. Ev işlerinin gerginliğini aldığını söylüyor, çatı arasına çıkarak çamaşır asıyor, çamaşırcı Mala'dan daha düzgün çamaşır serip katlıyordu.
   Bayan Szöcs ev işleriyle ilgili tasaları seviyordu. Sanki ev, yemeklerin yanması, odunların ıslanması için türlü fesatlar karıştıran, her gün yeniden mağlup edilmesi icap eden küçük ve kötü cinler tarafından kuşatılmış gibi, başarılı bir sofranın ardından ya da ay sonunda tasarruf edilen parayı sayarken zafer kazanmış gibi hissediyordu. Tam manasıyla başarılı olduğunda, moralleri bozulan utanç içindeki cinlerin dertleşmek üzere bir mağaranın dibine çekilmiş oldukları duygusuna kapılıyordu, işlerin yoluna girmesinden , yani Vince'ye itibarı iade edilip Temyiz Mahkemesi başkanı düzeyinde bir emekli maaşı bağlanmasından, Iza'nın da doktorasını almasından sonra, cinlere karşı mücadeleyi sürdürmesine gerek kalmamıştı elbette; artık ihtiyaçlarını karşılamak için gerekenden çok daha fazla paraları vardı. Ama darlık yılları boyunca tasarruf etme alışkanlığı edindiğinden, her forintin hesabını yapmaya devam etti. Ay sonunda, masrafları not ettiği kareli defteri kapatıp, yatağının altında saklı duran genç kızlık albümünün sayfaları arasına bir banknot kaydırdığı sırada yaşlı karısının yüzünde ışıldayan o temiz zafer duygusunun hakkını vermesi gerektiğini bilen Vince de her defasında iltifat ediyordu ona.
   Şimdi, çekip çevrilecek ev işleri, yapılacak tasarruflar, gündelik tasalar, o çok tanıdık seyyar manavlarla girilen tartışmalar yoktu artık, birinci kalite elma mı yoksa yalnızca kompostalık elma mı satın alacağını düşünerek pazar turu atmasına gerek kalmamıştı; giysiler için yürüttüğü mücadele de son bulmuştu: Kendilerinden habersiz bir gömleğin yakasını kusursuz bir şekilde ters yüz etmeyi başardığında olduğu gibi, giysisini elinden almaya çalışacağı hasımları da yoktu artık.
   Aslında her şey bitmişti. 
   Kızını akşamüstüne kadar görmüyordu; Iza eve gelince annesinin hatırını sormak için odasına şöyle bir uğruyordu. Hoşnutlukla göğüs geçiriyordu kızı: Artık yabancı yüzler görmemek, nihayet evinde olmak ne büyük bir zevkti! Sonra odasına çekilip kitap okuyor, arkadaşlarını bekliyor, dışarı çıkmak üzere hazırlanıyor. tiyatroya, konsere gidiyor ya da bazen tıp kitapları okumak, fişler düzenlemek veya bir makale yazmak için çalışma masasına oturuyordu
   Iza'nın çalışmak için olduğu gibi dinlenmek için de sessizliğe ihtiyacı vardı. Yaşlı kadın radyoyu hiçbir zaman çok sevmemişti ama altı haftalık yas dönemi bittiğinde, hâlâ yalnız ve aylaklığa mahkûm olduğundan yazgısına boyun eğmiş ve radyo dinlemeyi alışkanlık haline getirmişti. Yine de akşamları, programın en ilginç olduğu saatlerde radyo dinlememekten,kızını rahatsız etmemek için kendini bu eğlenceden mahrum etmekten bir tür acı tatmin duyuyordu: En azından bu şekilde onu memnun edebilirdi!
   Iza için bir şeyler yapmak arzusuyla yanıp tutuşuyor ama bunun için eline asla fırsat geçmiyordu.
   Iza onun yemek ve kahve yapmasını, ne de birini ağırladığında yardım etmesini istiyordu; oysa Iza'ya tanıdıklarıyla tanışmayı önermişti. Kızı ona teşekkür etmiş, misafirlerin çok geç saatte, yaşlı hanımlar istirahate çekildikten sonra geldiklerini bahane edip bu teklifi geçiştirmişti. Bazen, Iza hastanedeyken, Terez de evine gitmişken, ayaklarının ucuna basarak kızının çalışma masasına yaklaşıyor, dosyalarını açıp nelerle meşgul olduğunu anlamaya çalışıyordu; bir gün, mesleğin sırrına ilişkin bir şeyler öğrenmek, olur da Iza bir kitap ya da dergiye ihtiyaç duyarsa, sadece bunları ona götürebilmesine yetecek birkaçını yanına aldı. Ama kitaplar Fransızca ve Rusçaydı, başlıklarını bile anlamadı, notlara ve fişlere gelince, o işaret ve kısaltmaların içinden çıkmak için gözlerini boş yere yordu. Bu teşebbüsünden Iza'ya hiç bahsetmedi.
   En basit işleri görmeye, mesela küllükleri boşaltmaya ya da Iza acil bir çağrı aldığında odayı toparlamaya bile çekiniyordu artık; bir keresinde telve ve izmaritlerle birlikte kahve kaşığını da çöpe atmıştı; ertesi gün kapıcı kaşığı geri getirmiş ve Terez onu öyle yorumlarla önüne koymuştu ki, bir demet solmuş çiçeği bile atmaya kalkışmıyordu artık. Terez'den çok korkuyordu.
   Penceresi Jôzsef Bulvarı'na bakıyordu.
   Genellikle pencerenin önüne, Vince'nin koltuğuna yerleşiyor, orada öylece oturup gelen geçeni kare burunlu otobüsleri, kırmızı ışıkları ve araba sinyallerini, yolun üzerinde bir cepheden diğerine asılmış olan ve rüzgârda dalgalanan sinema afişlerini seyrediyordu. Bu görüntü onun için tamamen yabancıydı hâlâ. Papaz cüppelerine nakış işleyen ve artık çok az işi olan Gica'yı düşündürüyordu; oysa güzel bir mesleği vardı, kumaşı kıvrımları gerektiği gibi dağıtacak şekilde toplamak kolay iş değildi. Ne kadar bakarsa baksın, sokaktaki hareket ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Terez bazen dışarıda muhteşem bir hava olduğunu, çıkıp biraz hava almanın ona iyi geleceğini belirtiyordu; o zaman uysalca giyiniyor, Radai Sokağı'nın köşesine, meydana iniyordu; orada oturup kum havuzunda oynayan çocukları seyrediyordu ama her şey ona saçma geliyor, orada ne yaptığını, ne diye dolaşıp durduğunu, niye oturup etrafı seyrettiğini anlamıyordu. Terez'in iyi niyetliliği, onun sağlığına gösterdiği özen boşunaydı, zira soluduğu temiz havanın yararı, polis bulunmayan bir kavşakta, kırmızı ışıkta bekleyen kocaman tramvayların, yıldırım gibi ileri atılmaya hazır arabaların önünden karşıdan karşıya geçmek zorunda kaldığında hissettiği çılgınca heyecanın zararını telafi etmiyordu.

Yorum Gönder

0 Yorumlar