Cesar Aira - Flores Geceleri


Derken Aldo'nun eleştirisi daha da ağırlaşıyordu. Bu gençlerde bir eksiklik vardı. Bu eksikliğe hayattaki imkanları, o pek takdir ettiği gözüpeklikleri ve hareket edebilmeleri, yani taşıt sahibi olmaları yol açıyordu. Motorlarını canlarının istediği yere gitmek için kullanacakları yerde, karısıyla kol kola verip mahallede pizza dağıtan kendisiyle aynı şeyi yapmak için kullanmaları içini acıtıyordu. Ovaları ve çölleri aşmak, dağlara çıkıp denizlere inmek, şehirleri, ormanları, nehirleri, kayıp uygarlıkları, egzotik gelenekleri, kadim dinlere ait anıtları görmek yerine... doğup büyüdükleri şehrin bildik caddelerinde dönüp durmayı tercih ediyorlardı. Hayatın anlamı denebilecek macera arzusunun böyle tükenip gitmesi yazık değil miydi? Mutluluk arayışını daha en baştan ellerinin tersiyle itmiyorlar mıydı?
Kocasının maceraya böylesine değer verdiğinden habersiz, onu dünyanın en hareketsiz adamı olarak gören, hayya onun mutluluğu hareketsizlikle özdeşleştirdiğine inanan Rosa ise adama karşı çıkıyordu:
"İyi de bu motosikletlerle öyle uzaklara gidemezler ki, yavrucaklar."
"Hayda! Niye gidemesinler?"
Haksız sayılmazdı; bir kilometre gidebilen motosiklet yeterli süre tanınırsa bin kilometre de giderdi. Gençlikleri onlara süre konusunda üstünlük sağlıyordu. Üstelik Aldo büyük mesafeler kat etmeyi kastetmemişti, öyle yapsa kendi kişiliğiyle çelişkiye düşerdi. Büyük mesafeden kasti, hem sakince yürüyen kendisinin hem de şu oyuncaktan bozma gürültülü motorların ulaşabileceği, semtin en uzak köşeleriydi. Öyle iddasızdı ki yanılıyor olabileceğini kolayca kabulleniyordu. Hareket etmeyince hareket edeni eleştirme hakkını da kaybediyor ya da yanlış değerlendiriyordu, zira eve kapanmadan nasıl mutlu olabileceğini hayal bile edemiyordu. Ne kadar dönüp dolaşsalar da eninde sonunda hepsi başladıkları yere döneceklerdi. Sürekli ters yöne girmeleri bile gidiş yolundayken dönüşe geçtiklerinin göstergesiydi. 
Yaşlıların da aynı şekilde gençleri eleştirmeye hakları yoktu, eleştirseler de, önceki gibi, değerlendirmeleri yanlış çıkardı. Aldo ile Rosa yaşamın çalkantılı sularını aşıp mutluluğun dingin sahillerine yanaşmışlardı. Bundan başka hiçbir yolculuğun önemi yoktu ve onlara göre bu yolculuğun da bir dönüşü vardı. Mutluluk yalnızca romanlarda macerayla, zenginlikle, sevgiyle, güzellikle alakalıydı... Gerçekteyse mutluluk bir bekleyişti, sonsuz bir bekleyiş.
Aldo ile Rosa kendi kendine işleyen ve varacakları yere kadar beklemek dışında herhangi bir şey yapmalarını gerektirmeyen bir sürecin sonunda mutluluğa ulaşmışlardı. Ve kendilerini geceleri pizza dağıtır halde bulmuşlardı. O güne kadar kimse böyle bir şey yapmamıştı. Aslında kendileri için de gayet beklenmedik bir durumdu. Ama bunun önemi yoktu. Önemli olan, daha önce ne yaptıkları, kim olduklarıydı. Ülkenin üstüne çöken kriz herkese her şeyi serbest kılıyordu; artık kimse kimseye karışmıyordu. Üstelik evlere servis işi yeni sayılırdı ve önceden var olmadığından eski haliyle yenisini karşılaştırmak mümkün değildi. Toplumsal açıdan, yani, "Komşular ne der," açısından da karşılaştırma yapmak imkansızdı, çünkü bir tek şu an önemliydi. Yeni-liberalizm, adı üstünde, dünyaya yepyeni bir özgürlük bahşetmişti. Yeni ekonomik koşullar, zenginliğin kimlerin elinde toplandığı ve işsizlik eski alışkanlıkların içinde farklı alışkanlıkların oluşmasına yol açmıştı. Evsizler de yeni ortaya çıkmıştı ve işçilikten sokakta yaşamaya geçişle orta sınıftan bir ihtiyarın pizza dağıtımına geçişi arasında da paralellik kurulabilirdi. Oysa arada önemli bir fark vardı: Evsizler çoğalıyor ve mesleklerini çocuklarına öğretiyorlardı. Aldo ile Rosa'nın ise ne çocuğu vardı ne de mesleklerinin çoğalma ihtimali. 
Mutluluklarını kime miras bırakacaklardı? Flores geceleri kime kalacaktı?
Mutluluk denen ve her şeyi içinde barındıran o kusursuz bekleyiş dünyanın henüz tanımadığı şeyleri de tarihe geçirme tehlikesini taşıyordu. Acı çekmedikçe tanınıp tarihe geçmek mümkün değildi. Jonathan'ın başına gelenler, içerdiği bütün dehşete rağmen, bir başlangıçtı bu; nasıl sonuçlanacağı bilinmiyordu. Tıpkı pizzacıdan sipariş yetiştirmek için çıkıp bir daha dönememek gibiydi.
Tabii bu bilinmezlik sadece teoride kalmıyordu. Kriz insanların güvenliğini de tehlikeye sokmuş, herkesi birer hedef haline getirmişti. Daima uç görüşlere sahip olan Aldo konu açıldığında Rosa'ya, "Korkudan kurtulmanın tek yolu öteki tarafa geçip suçluya dönüşmek," derdi.
"Kimden korkuyorsun? Hırsızlardan mı? Hırsızlık yap. Fidyecilerden mi? Fidyecilik yap"
Kadınsa, "Söylemesi ne kolay, Aldito. Madem öyle, hastalıktan korkuyorsan hastalan, ölmekten korkuyorsan da öl bari," diye karşılık verirdi.
Adamsa, "Neden olmasın?" derecesine omuz silkmekle yetinirdi.  
Mutluluk yolculuğu eninde sonunda hastalık ve ölümle son bulacaktı. Motosikletli gençlerin bu yolculuğa erken başlama sebepleri para sayesinde kendilerini özgür hissetmekti; suçlular da para istiyordu, ama onlar yolculuğa erkenden başlamadıkları için (çünkü aileleri anlayışlı davranıp onlara çocuk yaştayken mopet almamıştı; aileleri çoğalmaktan başka bir şey yapmamıştı) kestirme yollar arıyorlardı. Yepyeni ve büyülü teknolojik gelişmeler ortaya çıktıkça namuslu yoldan para kazanabilmek ilkel bir zanaat haline gelmişti.

Yorum Gönder

0 Yorumlar