Oxford kentindeki ikametim sona erdiğinde, herhalde, hafif bir çılgınlığın öyküsü olacağını o akşam fark ettim; orada başlayan ya da olan her şey oradaki genel çılgınlıktan etkilenmeye ya da onun rengini taşımaya mahkum olacaktı, o nedenle aslında hiçbir çılgın yanı bulunmayan yaşamımın bütününde bir hiç olacaktı: Dağılıp gitmeye, romanlarda anlatılan öyküler ya da düşlerin hemen tümü gibi unutulmaya mahkumdu. Şu anda belleğimi ve kalemimi bu nedenle zorluyorum, çünkü biliyorum ki böyle yapmazsam giderek hepsini kafamdan silerim. Ölüleri de, oysa bizim yaşamlarımızın yarısıdırlar, canlılarla birlikte yaşamı oluşturur onlar, birbirlerini öbürlerinden ayıran da belirleyen de nedir, bilinmesi kolay değildir aslında; yani, canlıları, hayattayken tanımış olduğumuz ölülerden ayırmak demek istiyorum. Ve yazmazsam giderek Oxford'daki ölüleri kafamdan silerim. Benim ölülerimi. Kendi örneğimi.
O kentteki ikametimin bir çılgınlığa yol açmasının bir bakıma hiç özel yanı yoktu, öyle ya, orada yaşayanların hepsi tedirgindir ya da psikolojileri bozuk kişilerdir. Çünkü dünyada değildirler, bu da oradan çıkıp dünyaya (örneğin Londra'ya) adım attıklarında soluksuz kalmalarına, kulaklarının çınlamasına, denge duyusunu yitirip tökezlemelerine ve alelacele yaşamlarına olanak veren ve yaşamlarını koruyan kente geri dönmek zorunda kalmaları için yeterlidir: Oxford'dayken zamanın içinde bile değildirler. Oysa ben zamanın da dünyanın da (örneğin Madrid'de) içinde bulunmaya alışkındım, dolayısıyla benim sapıtışım, o gece fark ettiğim gibi, başka bir türden olmalı, belki de kuralın tersine işlemeliydi. Hep dünyanın içinde bulunmuşken (yaşamımı dünyada geçirmişken) apansızın kendimi dünyanın dışında görüyordum, sanki bir başka fiziksel ortama, suya taşınmış gibiydim. Çılgınlık durumumun tam bilincine erişmem, Clare Bayes'in bakışında beklenmedik biçimde çocukluğumun beliriverişinden kaynaklanmış da olabilir, zira kişinin dünyada en yerleşik olduğu dönem çocukluk dönemidir ya da, tam çocuklar gibi söylersek, dünyanın en çok dünya olduğu, zamanın daha özlü olduğu ve ölülerin henüz yaşamın yarısını kaplamamış oldukları çağdır.
0 Yorumlar