Feyza Hepçilingirler - Sabah Yolcuları


-Kapı mı çaldı hanımım? Duymuyor kulaklarım iyi. Kapıysa bir koşu gidip bakayım, dedi; ama yanıtlamadı hanım. Temizleyiciden az önce gelmiş paketi açıp bir giysi uzattı Hatice kadına.
-Hatice Hanım, dedi. Şunun eteklerine basıver biraz. Yalnız dikkat et yakarsan ödemeye aylığın yetmez. 
 Pırıltılı giysinin üstünde uysalca gezdirdi ütüyü Hatice Kadın.
 İsmail de dokunuyodur bu tür kumaşlara. Avucundan kayıp şırıl şırıl dökülen ipeklerden karısına giysilik kestiriyordur. Üç metre, beş metre. Çok çok olsun diyordur. Anasına da öyle "çok"lar vaat ederdi. "Kocaman bir buzdolabı alırım sana anacığım istersen. İstersen iki tane,istersen üç." Küçücüktü babasına altın ağızlık alacağını söylerken. Evler yaptıracaktı, apartmanlarda oturtacaktı anasıyla babasını. Ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyecekti. Bir araba çekecekti evin önüne, "Binin haydi, sizi gezdireyim," diyecekti. Kanatları olup dört bir yanda uçuracaktı onları.
 İki omzundan tutup kaldırdı giysiyi.
 -Oldu mu hanımım?
 Olmuştu. Aldı hanım elinden, odasına girdi. Çamaşır sepetinden donleri alıp ütülemeye başladı Hatice Kadın.
 On yaşlarında bile çöp gibiydi İsmail. Altı ya da çok çok yedi gösterirdi. Yemek yemezdi, beğenmezdi, burun kıvırırdı her bir yemeğe. Dışarı çıkmazdı, arkadaşı yoktu. Çıkmaz sokağa açılan pencerenin içini masa yerine kullanır, okuldan gelir gelmez köşesine yerleşir derse başlardı. Komşular, kendi çocuklarına onu gösterirler, "Bak," derlerdi, "adam olacak çocuk nasıl belli." Öğretmenleri de, "Ne yap yap, okut bu çocuğu Hatice Hanım," diye üstelerdi hep. "Evini sat, malını sat,okut." Yargısı kesinleşmişti giderek. Evi, malı yoktu; ama canını satar okuturdu. Yeter ki okusun, bıkmasın, yüksünmesin okumaktan.
 Babası da evdeydi o zaman. Üstüne titrerdi. "Bu çocuk bize Tanrı'nın bir armağanı," derdi. "Bak, başka çocuk vermedi. Bunun değerini bilelim, uğrunu anlayalım istedi." Yazılı, mühürlü kağıtlar geldi hep dönem sonlarında. Aferinler, teşekkürler, takdirler... Ancak okuldan çağırdıkları zaman konuşmaya gitti Hatice Kadın. Koltukları kabardı. Komşularına anlattı, dedesine, ninesine. "Görün torununuzu, görün övünün."
 Hanım, o ışıltılı giysi sırtında, odadan çıktı. Yerleri süpürüyordu etekleri. Pırıl pırıl ayakkabılar giymişti. Salona geçti. Güzel süslemişler saçlarını doğrusu. Aldığı parayı hak etmiş berber. Saçlarının arasına çiçekler sokuşturmuş, büklümleri kıvırıp tokalamış.
  Ütü masasını katladı Hatice Kadın. Çamaşır sepetini topladı, kaldırdı. Hanımın sesine koştu salona.
 -Bir bez al, gel diyordu. Vazonun girintilerinde toz kalmış. Boş vermeye başladın galiba. Ya ansızın bir konuk gelirse...
 Kibrit çöpünün ucuna toz bezinin bir köşesini takıp incecik kıvrımlarını temizlemeye koyuldu Hatice Kadın. Böyle kadife perdeleri vardı oğlunun da. Bir yandan bu perdelerin pembeleri, öbür yanda renkli televizyon, kollarını kavuşturmuş bakıyordu bir resimde. Kara kara bıyıkları gülüyordu. Kocaman bir adam olmuştu, kocaman.
 Hasan Efendi hapse girinceye dek, ev işine gitmemişti Hatice Kadın. Elden düşme ucuza uydurulmuş bir küçük el makinesinde dosta, ahbaba dikiş dikmiş, yardımlamıştı kocasını. Tütün fabrikasında aktarmacılık yapıyordu Hasan Efendi o ara. Zaten evlendiklerinde on beş yaş vardı aralarında, aktarmacılıkta da hızla yaşlanıyordu. Son zamanlarda belini doğrultamaz olmuştu. Okavga çıkmadan önce de kızardı Rüstem'e. "Benimle uğraşır durur. Soytarı etti beni işçilere. Ayakyolunda bile suratıma bakıp gülerler. Maskara mıyım ben?" derdi.Neler yapmamıştı ki Rüstem namussuzu! Tanrı günahını bağışlasın. Garibim Hasan Efendi'yi çileden çıkarmak için neler yapmamıştı ki! Tütün balyasının üstünde azıcık içi geçecek olsa, mintanını balyaya dikilmiş bulurdu. Bir gün arkasına paçavralardan kocaman bir kuyruk takmış, kadınlar bölümüne göndermişti onu. Ortalarda dolanıp Rüstemin istediği kasaları toplamıştı. Yaşlıdır, büyüktür demeden irisi, ufağı bütün kadınlar, kıkırdaya kıkırdaya gülmüşlerdi. Anlayınca yerlere geçmişti yüzü. Nasıl kızmıştı, o anda öldürebilirdi o oğlanı. Bir öğle dinlenmesinde ayaklarını uzatmış kestirirken, ayakkabılarının altına zamk sürmüştü. Bütün vardiya işçileri de saklamıştı balyaların arasına. Uyanıp da adım atmaya kalkınca, yontu gibi taşlaşmıştı Hasan Efendi. Bütün işçiler gizlendikleri yerden çıkmışlar, kasıklarını tuta tuta gülmüşlerdi. Kaç kez söylemişti, "Ben senin dengin miyim? Oynama benle, rüsva etme beni," diye. Dinlemedi. Hiç dinlemedi.

Yorum Gönder

0 Yorumlar