TUZ KOKUSU
Sabah rüzgârı sert esen, denizi soğuk bir adadaydım ve keçiler vardı. Yamaçlarda, denize inen patikanın kenarında sessiz sedasız keçiler.
Dalgaların dili olmalı, diye düşündüm kıyıya indiğimde, elmaşekeri gibi yalıyorlardı adayı.
Süt ve börekle kahvaltı yaptım. Açık mavi doğramaları olan tek göz bir dükkanda, alçak bir tabureye oturdum. Sakalı da önlüğü de beyazdı börekçinin.
İskele kalabalıktı.
Vapurun güvertesindeki tahta sıralardan birine uzanıp uyudum.
Gözlerimi kısarak baktığım her yerde ağustosun yüz mumluk lambası.
Öğle yemeğini yüksek tavanlı bir lokantada yedim. Patlıcan musakka, pilav ve cacık. Tabağımı iyice sıyırdım.
Bir kıyı kahvesinde çay içtim. Fesleğenleri okşadım ve alnımdaki teri sildim.
Sonra uzun bir otobüs yolculuğu. İlk mola yerinin çeşmesinde yeşil bir elma yıkadım. Salkımsöğütlerin gölgesinde yedim.
Yol boyu salaşlar gördüm. Köprülerden geçtim. Bir nehrin uykusu geldi de kıvrılıp uyudu hava kararınca.
İkinci mola yerinde evi aradım. Gece geç bir saatte varacağımı söyledim. "Ben zaten geç yatıyorum," dedi babam.
Garajlardan eve kadar yürüdüm. Elimle hafifçe vurdum kapıya.
Kapı açıldı. Önce Kuzu göründü. Beni kokladı. Babam elinde kitabıyla Kuzu'nun arkasında duruyordu. Babam çok yumuşaktı, çok.
Günlerimin nasıl geçtiğini sordu. Anlattım. Coşkuyla anlattım ve coşkulu olduğum için utanmadım. Babam da, gözlerinin içi pırıl pırıl, dinledi. Bana ikimiz aynı insanmışız gibi baktı. Ben onun devamıymışım gibi. O zaman algılarımın kökenini anladım.
"Tuz kokusu," dedi babam, "ölümsüzlük hissi verir."
Az sonra annem geldi yanımıza. Gözlerini tam açamadan masanın yanında durdu. Masaya tutundu. Yanaklarından öptüm. Aç olup olmadığımı sordu. Yüzü bembeyazdı.
"Ben kendimi iyi hissetmiyorum," dedi ve sandalyeye yığıldı. Başını ellerinin arasına alıp, titremeye, ağlamaya başladı.
Babam annemin yanına gitti. İki elini omuzlarına koydu. Sonra başını kendisine bastırdı.
Onlara baktım. Onlara baktım ve ilk kez ikisinin de bir gün öleceğini düşündüm.
0 Yorumlar