Selçuk Baran - Bozkır Çiçekleri


"O günden sonra sık sık evine gittim. Birlikte Edith Piaf'ı dinledik; Jacqueline François'yı, Yves Montand'ı bana o tanıttı, sevdirdi. Tıp dışında her şeyden konuşurduk. Böyle akşamlarda sonsuz bir rahatlık duyardım. Gerçekten sevildiğimi duyardım. Gururumun okşandığını duyardım. Bunlara da çok, ama çok ihtiyacım vardı.

" 'İnsanları yönetmek istiyorsan, içgüdülerini iyi tanımak zorundasın Müfit. Oysa sen herkesi kültürel bir hayvan olarak görme eğilimindesin. Bir hastayı en iyi soyarak muayene edebilirsin. Kültür bir giysidir, insanları tanımak için bu giysiyi çıkarmak gerekir.' Tabii hemen karşı çıkıyordum ben;'Bir yönetici olacağımı sanmıyorum' diyordum, "İnsanları yönetmek gibi bir hırsım yok.' 'Hastane başhekimleri yönetici değil midir sence? Ya da bir servis şefi? İçgüdülerin önemine inanmalısın Müfit.' 'İnanıyorum elbette. Aptal olmadığıma göre...' 'Aptal değilsin ama terbiyesiz ve küstahsın... Ben kültüre gereğinden fazla önem verdiğini anlatmak istemiştim. Dur, gene hemen karşı koymaya kalkışma! Ben de kültüre çok önem veririm. Şu kitap dolu rafların önünde aksini ileri sürecek değilim. Ben insanlardaki kültürden söz ediyorum. İnsan gerçeği, kültürün ardında kalan bir şeydir. Ama üzülme, bir hekimsin sen; insanları kültürel giysilerinden, süslerinden soyma alışkanlığını ister istemez edineceksin!'

"Sabahattin Bey, konuşmaktan, konudan konuya atlamaktan hiç yorulmazdı. Sabahın birinde, ikisinde ayrıldığımız zaman bile yorgunluk belirtisi göstermez, tersine daha dinlenmiş, tazelenmiş olurdu. Asıl o saatten sonra masanın başına, kitaplarına dönecek gücü kazanırdı. Uykuyu yenmeyi, zamanın kısalığıyla başa çıkmayı becerebilen nadir insanlardandı.'

" 'Ölüm bir yazgı sorunudur Müfit. Aksini düşünebilir misin? Yoksa yazgıya inanmıyor musun? A, unutmuşum, sen Tanrı'ya da inanmazdın değil mi? Şimdilik elbette. Dudaklarındaki o kendinden çok emin gülümseme, Tanrı'ya inandığım için bana duyduğun küçümseme, yıldırmaz beni. Çünkü bir hekim Tanrı'ya ve yazgıya inanmazsa çıldırabilir. Evet, bunu aklından çıkarmaman gerekir. Bir hastayı iyileştirmeye, kurtarmaya çalışırken bile. Çünkü sen ancak bir araçsındır; her şey senin dışında oluşur. Çok ağır bir vakada başarı kazandığın zaman, yazgıya karşı koyduğuna inanmak gafletine düşme sakın! Onurlu bir hekim, kendinde böylesine güçler vehmetmeye kalkışmaz. Öyle olunca hayat, daha doğrusu dirim dediğimiz şey, bir yazgı sorunudur. Ünlü dostun Sen Michele'li Axel Munthe öğretmedi mi bunu sana? Öyleyse, yeterince can kulağıyla dinlememişsin onu... Neyse, bana kalırsa hayat, her şeyiyle bir yazgı sorunudur; rastlantıların egemenliğinde ağır ağır akar gider. Tabii sen şimdi buna da karşı çıkarsın. İyisi mi zamanı gelince tartışalım bu konuyu... Zamanı gelince... Senin anlayacağın on beş-yirmi yıl sonra... Düş kırıklıklarından, başarısızlıklardan bunalıp yazgıya boyun eğmedeki rahatlığı aradığında... Kaşlarını çatma öyle. Hayattaki başarılar ancak başkalarının gözünü kamaştırır. Kendisiyle baş başa kaldığında, her insan başarısızdır.' "

"O konuşurken, kötü bir biçimde kıstırdığımı sezerdim. Ne kadar karşı çıkmaya, direnmeye çalışırsam çalışayım, duyduğum peşin yılgınlıktan, Sabahattin Bey'in bitmek tükenmek bilmeyen konuşma yeteneğinden ötürü çaresiz kalırdım sonunda. Gecenin birinde, ikisinde yorgun, ağzımda konyağın, yenilginin, Sabahattin Bey'in çeşitli görüşlerinin yarattığı kargaşanın, öfkenin buruk tadıyla eve döner, sabaha kadar uykusuz, tedirgin otururdum. Hocamın ilgisinin, sevgisinin doğurduğu sevinç, gurur çoktan geçmiş olurdu."


Yorum Gönder

0 Yorumlar