Tomris Uyar - Yürekte Bukağı


Neden sonra oğlanı gördü. Bir tokmağa çökmüştü. Arkasındaki camdan güneş yağıyordu üstüne; yüzünün çizgileri tamatamına seçilemiyordu. İnce, sarı saçları, omuzlarına dökülmüştü. Çıplak etine meşin bir yelek giymişti. Omuzları gösterişsiz, dar, ama erkeksiydi.
-İşte kızımız! dedi Satıcı. Sesi incelmiş, yaranışlı olmuştu yine. 
-Neymiş derdi? 
-Mor taşlı küpelerden istiyor, dedi Satıcı. 
-Kulaklarını deldirtmemiş mi?
-Hayır, dedi Satıcı sevinçle. Hayır, istemiyor da. 
-Sen de, başka bir küpenin kıskacını mor küpeye uydurayım istiyorsun? 
-Biliyorum, işin başından aşkın zaten, dedi Satıcı. (Kıza ürkek bir bakış attı.) Ben buldum, sana ayarlamak kaldı. Şu iyi... Tek küpeyi oğlanın önüne uzattı. 
-Belki istemezsin, beğenmezsin, başkasını buluruz. 
Oğlan, başını kaldırdı. Gözleri uçuk, kalıcı maviydi, hiçbir yere bakmıyordu; baktığı varlığın ya da nesnenin çok ötesine  dikilmişti gözleri: 
-İdare eder, dedi birden. Aferin babalık! Hadi yalnız bırak bizi de onaralım şu küpeyi. 
-Ama unutma sakın! dedi Satıcı umutsuzca. Unutma! Konuştuklarımızı... 
-Güle güle dedim. 
- Son sözün bu mu? 
-Bu... 
Satıcı, adımlarını sürüyerek karanlık geçidin basamaklarını çıktı. Bir ara, kapağı kaldırdığında, yukarının ışığı vurdu içeri. 
Genç kız, o zaman, bu odanın da raflarla dolu olduğunu gördü. Tornavidalar, işkenceler, vidalar, palaskalar, eski bıçaklar, kılıçlar, palalar, kalın zincirler, kelepçeler, üst üste  yığılmıştı. 
Kapak kapandı. Karanlık. Ezgi yükseldi: karanlık bir gitarla. 
Yeraltının renkleri ufalandı, karıştı.
Bir dönme dolabın tekdüzeliğine yalnız inişlerde ve ani yükselişlerde kendini belirleyen, sözünü söyleyip damgasını bırakan genel bir korkuya döndü korkusu. 
-Hep burada mı çalışırsınız? diyerek sessizliği kız. Günlük konuşmalara sığındı.
-Evet, yıllardır, dedi  oğlan. Babam da burada çalışır, bu meslekte. Onun babası da. Aile mesleği bizimki. 
-Bu karanlıkta çalışmak çok güç olsa gerek. 
-Güç ama, n'aparsın. Buralardaki işyerleri çoğunluk yerin altındadır. Basımevleri, lokantalar, fotoğrafçılar, kebapçılar, mağazalar. Biz alıştık.
Genç kız, onun sesindeki olağanlıktan yüreklendi. Doğruydu dedikleri, gözüyle görmüştü. Evet evet, kişiyi ürküten aslında bu garip kokuydu; sarnıçlarda biriken eski saray-sularından doğuyor, korku üretiyordu. 
-O satıcının oğlu musun gerçekten? dedi rastgele. 
-Ne fark eder ki? diye gülümsedi oğlan. Sen aslında kim olduğunu düşündün mü hiç? Güvenli bir evden gelmekten başka bir özelliğin var mı? 
-Beni nerden tanıyorsun? Evimi nerden biliyorsun? dedi genç kız, savrulan bir lunapark iskemlesinin telaşıyla, başı boşluğuyla. 
-Üniversite hazırlık kurslarına gidiyorsun. Evine belli bir saatte dönmek zorundasın. Göbekli bir baban, durmadan ilenen bir annen var. şu anda pencerede, seni bekliyor. 
-Doğru, dedi genç kız bıkkınlıkla. 
-Ama sen onlara aldırmıyorsun, diye sürdürdü oğlan. 
-Nereden çıkardın bunları? 
-Bugün çarşamba, kurs günü... Ve nasıl olsa geciktin. 
Aralarına giren sessizlikte sözcüklerin anlamı iyice açığa çıktı. 
-Yalnızlık çekmiyor musun hiç? dedi genç kız. 
-Yalnızlığıma dokunma. Yıllardır burada, karanlıkta çalışıyorum ben, yeraltında, yine de senin dünyanı tanıyorum, okuyorum. 
-Hangi yazarları seversin? Dostoyevski'yi Çehov'u mu? Sahi, kaça kadar okudun sen? 
-Bana soru sorma, dedi oğlan. Adımı bile sorma. Kendimi bildim bileli zorbayım (Genç kız, onun çizmelerindeki mahmuzları ayırt etti) ... hem tutsakım yeraltında... (kolundaki demir bilekliği.) 
-Yalnızlığıma katılabilirsin, dedi oğlan, yalnız soru sormayacaksın. Bir daha da geri dönmeyeceksin güvenli barınağına. O barınak, yıkıldı yıkılacak. Burada kalırsan, başka bir çağda yaşayabilirsin bir süre, azar azar ölerek uzatabilirsin yaşamını.
Sardığı kalın sigarayı uzattı. 
-Gel, çök şöyle yanıma. 

Yorum Gönder

0 Yorumlar