İlişkiler her zaman seçilmez elbet; seçilerek kurulmaz. İlişkilerimizin göbeğinde, en yakınımız saydığımız kimselerle kurulmuş en sıkı ilişkiler öbeğini bulmaz mıyız çoğu zaman? Analarımız-Babalarımızla, (varsa) kardeşlerimizle, hısımlık bağlarının oluşturduğu çemberlerin (bize en yakın duranından en uzaktakine dek) üzerinde dizili bulunanlarla ilişkilerimizi “seçerek kurma”mız söz konusu olmasa gerek. Analık-babalık, kardeşler, en yakın hısım çevresi, birer veridir kişi için. Öyle ama seçmesek, kendimiz “kurmasak” bile, bu ilişkilerin nasıl bir nitelik taşıyabileceğini zamanla kararlaştırır, birkaç deneyimden sonra, birkaç sarsıntıdan sonra, öbür ilişkilerimiz gibi bunların da ırasını, genel denge içindeki yerlerini saptayabiliriz. En azından, bunların kaçınılmaz, vazgeçilmez, sürdürülmesi gerekli niteliği karşısında, kaçınılmaz, vazgeçilmez sürdürülmesi gerekli oldukları ölçüde, öbür ilişkilerimizin nasıl olacağı, nasıl olabileceğini öğrenir, daha sonra da, gerekirse, bu ilişkiler üzerinde birtakım değişiklikler yapmağı deneyebiliriz. Kişi yükümleri değil, ilişkiyi bir hüküm, bir ferman gibi boynunda taşıdığına inanıyorsa, öbür ilişkilerinde de çok başarısız, dengeyi bir türlü kuramayan biri olur. Yükümlerle ilişkiyi karıştırmamak gerek bu bölge de.
Ayrıca, “denge”yi de çeşitli düzeylerde düşünmek gerek.
İlişkilerime bakarak şöyle bir düzen(in varlığını) seçebiliyorum sanırım: İlişkilerin tümü düşünüldükçe, bunların oluşturduğu, ya da yöneldiği bir denge var. [İlişkilerin tümü derken, bir bölük ilişkiyi hesaba katmadığımı söylemeliyim. Çok aralıklı da olsa “aşama” gereği duyularak gerçekleştirilen buluşmalara, yazışmalara, telefonlaşmalara dayalı (düzenli) “görüşme”ler sürdürdüğümüz kişilerden ayrı tutarak söylüyorum: “İlişki” kurduğumuz pek çok kişi var ki: bunlarla ya büsbütün geçici, anlık, rastlansal koşulların sonucu olan ilişkiler içindeyizdir, ya da ilişkiyi belirleyen koşulları hep dışımızda görür, kendimizi bu ilişkinin “dışında” sayarız. Hesaba katmadığım ilişki türü, bu.] İlişkilerin bu “tüm”ü içinde birtakım öbekleşmeler seçebiliriz; birbirine yakın ilişki biçimlerinin oluşturduğu öbeklerdir bunlar… İlişkilerin tümünü bir “yer”, bir uzam parçası içinde düşünürsek bu yerin, bu uzamın orasında burasında birtakım yoğunlaşma diye tasarlayabiliriz bunları; işte, bu öbekler arasında bir dengeden söz ediyoruz. Biraz daha ileri giderek, bu öbekleşmelerin, kabaca, bir dış kuşak ile bir iç bölge oluşturacak biçimde toplaştıklarını da söyleyebiliriz. İç bölgeyi oluşturanların daha önemli ilişkiler olduğunu düşünelim.
Bu bölgeler, bu kuşaklar arasında da bir denge kurulmaktadır.
Bir de, her ilişki biriminde, kişiler arasında oluşan (oluşturulan) denge var.
Bütün bu sözler, biçimsel bir düzen kurma sevdasıyla tasarlanmış bir dizgenin dile getirilmesi gibi görülebilir. Benim için öyle değil: Bunun, bu düzenin, bu yapının, yavaş yavaş farkına vardım.
Örneğin, dostluk ilişkilerinde serüvenden pek hoşlanmadığımı anladım günün birinde; son yirmi beş yılımın belli başlı ilişkilerine bakarken, bu ilişkileri inceden inceye gözden geçirirken vardım bu karara. İlişkilerin “renkli”liği başka şey, kestirilmezliğin, bu ilişkideki yanlardan birinci, ilişkinin temel ırası haline getirilmesi bambaşka bir şey. Bir ilişkim ne zaman serüvencilikle bulandıysa var olan ya da yeni kurulan bir ilişkiyle onu hemen dengelemeye çalışmışım; serüvenciliğin ağır basmağa başladığı ilişkilerin yarattığı sorunu bir çözüme erdirmek olmuş bu… İnsan, ilişkilerini belli bir takım özelliklere verdiği öneme göre düzenliyor eninde sonunda. Serüvenden çok hoşlananlar da var. Bir sözüm olmaz onlara. Ama bir ilişki içerisinde, “konuşmak” zorunda kalmadan düzeltilebilen şeyler çok azalıyorsa, karşımdaki kişinin arada bir ( daha sonra, sık sık) gidiverdiğini, yerine bambaşka bir insanın geliverdiğini duyuyorsam, gelenle mi gidenle mi dostluk ettiğimi kestiremez hale geliyorsam bu ilişkinin “serüvenliği” pek fazla gelmeğe başlar. İlişkinin içinde de yeni bir denge kurulması gerekebilir bu durumda, gerekir… En kötü çözüm pes edip uzaklaşmak zorunda kalmak. Bu birim içinde yeni bir dengenin kurulması, bu ilişkinin gelip yerini bulmuş olduğu öbek içerisinde de yeni bir denge aranması gerekliliğini doğuracaktır. Böyle sürüp gidebilir bu, ilişkilerin tümünü bile etkileyebilir.
*
Kişi, bu değişik dengelerin kuruluşunda, sanırım daha etkin, daha “bilinçli” davranabiliyor da, bozuluşlara giderken, bu bozuluşların sonucunu yaşarken daha edilgin kalıyor genellikle.
0 Yorumlar