Gülünç kişi otomatik biçimde kafasındaki fikrin peşinden gittiğinde, sanki rüyadaymış gibi düşünür, konuşur ve davranır. Oysa rüya bir gevşemedir. Eşyayla ve insanlarla ilişkiyi sürdürmek, sadece olan biteni görmek ve sadece tutarlı şeyler düşünmek kesintisiz bir zihinsel çaba gerektirir. Sağduyu tam da bu çabanın adıdır. Emek sarf ederek kazanılır. Ancak etrafımızdaki nesnelerden kopmak ama yine de hâlâ hayaller görmeye devam etmek, mantıktan uzaklaşmak ama yine de fikirleri yan yana getirebilmek kendini oyuna veya başka türlü söyleyelim, tembelliğe bırakmaktır. Gülünç saçmalık bu yüzden bize ilk anda bir fikir oyunu izlenimi verir. İlk hareketimiz de bu oyuna katılmak yönünde olur. Bu, düşünmenin yorgunluğunu dindirir.
Gülünçlüğün başka biçimleri için de aynı şey söylenebilir. Söylediğimiz gibi, gülüncün temelinde daima en rahat yolu tutturup gitme eğilimi vardır ki genellikle bu alışkanlığın yoludur. Bir defa bu yol tutturuldu mu artık mensubu olduğumuz topluma durmaksızın, tekrar tekrar uyum sağlamaya çalışmak gereği kalmaz. Hayata borçlu olduğumuz dikkati gevşetiriz. Az çok dalgın birine benzeriz. Belki de söz konusu olan, zekâdan çok iradenin bir dalgınlığıdır. Ama yine de bir dalgınlıktır, sonuç olarak da tembelliktir. Tıpkı az önce ele aldığımız durumlarda mantıktan uzaklaşıldığı gibi temayüllerden uzaklaşılır. Nihayet oyun oynayan birinin tavrı benimsenir. Burada da yine ilk tepkimiz tembelliğe çağrıyı kabul etmek şeklinde olur. Kısa bir süreliğine de olsa oyuna katılırız. Ve bu, bizdeki hayat yorgunluğunu dindirir.
Fakat bu dinlenme sadece bir an sürer. Gülünç izlenimin parçası olabilen sempati, epey geçici türdendir. Çünkü o da dalgınlıktan kaynaklanır. Bu tıpkı katı bir babanın arada bir kendini unutup çocuğunun yaramazlığına katılması, sonra ona terbiye vermek için derhal buna son vermesine benzer.
Hepsinden önemlisi gülme bir ıslahtır, düzeltmedin Küçük düşürmeye yönelik olduğundan gülmeye hedef olan kişi üzerinde acı bir izlenim yaratması gerekin Çünkü toplum bu kişiden temayüllerin dışına çıktığı için intikam almaktadır. Gülme eğer sempati ve iyilik dolu olsaydı bu amaca ulaşılamazdı.
Hiç değilse niyetin iyi olduğu ancak sevilen kişinin sevildiği için terbiye edilip cezalandırıldığı ve gülmenin kimi kusurların tezahürlerini baskılayarak kendi iyiliğimiz için bizi kusurlarımızı düzeltmeye ve içsel açıdan iyileşmeye davet ettiği söylenemez mi?
Bu konuda çok şey söylenebilir. Genel olarak ve kabaca söylemek gerekirse gülme kuşkusuz faydalı bir işlev görün Tüm tahlillerimiz de zaten bunu göstermeye yönelikti. Fakat buradan gülmenin daima hakça olduğu veya bir insaniyet ya da adalet düşüncesinden ilham aldığı sonucu çıkarılmamalıdır.
Hakça olması için gülmenin bir düşünme edimi sonunda ortaya çıkması gerekirdi. Oysa gülme, doğanın veya hemen hemen aynı anlama gelmek üzere çok uzun bir toplumsal hayat alışkanlığının içimizde kurduğu mekanizmanın neticesi olmaktan ibarettir. Kendiliğinden ve bir misilleme mantığıyla gelişir. Kime nasıl dokunduğunu düşünmeye vakti yoktur. Gülmenin cezalandırışı hastalığın kimi aşırılıkları cezalandırışına benzer; masumları vurur suçluları es geçer genel bir netice gözetir ve tek tek vakalarla ayrı ayrı ilgilenmesi mümkün değildir. Bilinçli bir düşünce ile yapılmayıp doğal yollarla gerçekleşen her şey için de aynısı geçerlidir. Ortalama bir adalet, sonuçların toplamında ortaya çıkabilir yoksa özel durumların teferruatında değil.
Bu anlamda gülme tamamen adil olamaz. İyi yürekli olması gerekmediğini de tekrarlayalım. İşlevi küçük düşürerek utandırmaktır. Doğa sırf bu amaçla, en iyi insanların içine bile bir parça fenalık veya hiç değilse muziplik koymamış olsa gülme bu işlevi yerine getiremezdi. Belki de bu noktayı fazla kurcalamamak daha iyi olacak. Kendimizle ilgili hiç de gurur okşayıcı olmayan şeyler keşfedebiliriz: Gevşeme veya yayılma hareketinin gülmenin sadece girizgâhı olduğu, gülenin ansızın kendi içine çekildiği, az çok kibirle davrandığı ve başkasının kişiliğini iplerini elinde tuttuğu bir kukla saymaya meylettiğini görebiliriz. Bu küstahlıkta çabucak bir parça egoizmi ayırt edebilir ve bunun ardında da daha az içten, çok daha beter bir şeyi, gülen kişi gülmesine yakından baktıkça daha belirgin hale gelen tuhaf bir kötümserlik başlangıcını fark edebiliriz.
Başka yerlerde olduğu gibi burada da doğa, kötülüğü iyilik yolunda kullanmaktadır. Bizi tüm bu çalışma boyunca ilgilendiren de aslında iyilik oldu. Toplumun mükemmelleştikçe üyelerinden giderek daha esnek bir uyum elde ettiğini, derinlerinde giderek daha sağlam bir dengeye kavuştuğunu, bunca büyük bir toplulukta kaçınılmaz olan rahatsızlıkları daha büyük bir kuvvetle yüzeye ittiğini ve gülmenin bu dalgalanmaları vurgulayan faydalı bir işlevi yerine getirdiğini gördük.
Tıpkı denizin yüzeyinde dalgalar sürekli kabarırken alt katmanlarda derin bir dinginliğin hâkim olması gibi. Dalgalar çarpışırlar; birbirine girerler; denge ararlar. Beyaz, yumuşak, oynak bir köpük, dalgaların değişen hatlarını takip eder. Bazen kıyıdan çekilen bir dalga bu köpüklerin izini bırakır kumsalda. Yakınlarda oynayan çocuk köpükten bir avuç almaya geldiğinde şaşırır: Sıktığı avcunda birkaç damla su kalmıştır sadece. Dalganın getirdiğinden çok daha tuzlu, çok daha acı bir su. Gülme de aynı bu köpük gibi doğar. Toplumsal hayatın dış yüzeyindeki küçük isyanları haber verir. Bu altüst oluşların oynak şeklini anında gözler önüne serer. O da tuzlu bir köpüktür. Köpük gibi ışıldar. Tatmak için bu köpükten bir avuç alan filozof da elinde kalan bu azıcık şeyde bir parça acılık bulacaktır.
0 Yorumlar