Sevmek iki türlüdür; birisi hayata karşı duyulan istek ve hevesin belki en büyük ifadesi, diğeri ise korku ifadesidir. Bence ilki bütünüyle hayran olunacak bir durum, İkincisi ise, olsa olsa bir avuntudur. Güzel bir günde göz alıcı bir kıyı boyunca vapurda giderken kıyıyı seyreder, manzaradan zevk alırsınız. Bu, dışarıya bakmakla alınmış bir zevktir ve herhangi büyük bir gereksiniminizle bağlantısı yoktur. Ama eğer geminiz batmış da kıyıya doğru yüzmekteyseniz, bu kıyıya başka türlü bir sevgi beslersiniz: Kıyı, sizin için güvenliği temsil eder; güzel ya da çirkin olması önemli değildir. Sevmenin üstün olanı, gemisi güvenli olan kişinin duygusuna benzeyendir; daha az güzel olanı da, gemisi batmış olana uyandır. Bu iki türlü sevginin birincisini, kişi ancak güvendeyken ya da en azından kendisini kuşatan tehlikelere aldırış etmiyorsa duyabilir; İkincisi ise tam tersine, güvenli olmayan bir durumda bulunmaktan ileri gelir. Güvenli olmayan durumun doğurduğu sevgi, diğerinden çok daha öznel ve bencildir; çünkü sevilen, nitelikleri için değil, işe yaradığı için değerli görülmektedir. Böyle bir sevginin hayatta hiç yeri yoktur demek istemiyorum. Aslına bakarsak, hemen hemen bütün gerçek sevgilerde her iki durumun yan yana bulunduğunu, sevginin güvende olmama duygusunu gerçekten sona erdirmesi kadar, dış dünyaya karşı zayıflamış olan ilginin tehlike ve korku anlarında yeniden doğduğunu görürüz. Yalnız, böyle bir sevginin hayatta rolü olabileceğini kabul etmekle birlikte, diğerinden daha az güzel olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız, çünkü bu sevgi, korkudan doğmaktadır, korku ise kötüdür ve çünkü sevginin böylesi bencil bir sevgidir. En iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklarından kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşmak umuduyla beslediği sevgidir.
Sevginin en iyisi her iki tarafa da hayat verir; her iki taraf da sevilmekten haz duyar ve kendini zorlamadan sever; bu karşılıklı mutluluğun sonucu olarak iki taraf da dünyayı daha bir ilgiye değer bulur. Gelgelelim oldukça yaygın bir başka sevgi daha vardır ki, bunda biri diğerinin bütün canlılığını emer, onun verebileceği her şeyi sömürür, karşılık olarak ise hemen hemen hiçbir şey vermez. Bazı büyük adamlar da bu kan emici türdendir. Art arda kurban ettiklerinden hayat alırlar ve kendileri semirip daha ilgi çekici bir duruma geldikleri halde, sömürdükleri gittikçe solar, silinir, durgunlaşır. Böyleleri, başkalarını kendi amaçlan için bir basamak olarak kullanırlar, hiçbir zaman insanları kendilerine amaç edinmezler. Aslında sevdiklerini sandıkları kişilere karşı herhangi bir ilgi duydukları yoktur; onlar yalnızca kendi etkinliklerinin, belki de kişilerle hiç ilgisi bulunmayan nedenleriyle ilgilenirler. Bu, herhalde kişiliklerindeki bir sakatlıktan ileri gelmektedir. Büyük isteklerin çoğunda görülen bir belirtidir ve bence insan mutluluğunun nedenlerini tek taraflı, bencil bir açıdan görmeye dayanır. Yalnız birbirine iyilik etmek için değil, bundan daha çok ortak bir iyilik için iki insanın birbirine karşı gerçekten ilgi duyması anlamı ile sevgi, mutluluğun en önemli öğelerinden birisidir ve benliği bu şekilde bir açılıp yayılmaya olanak vermeyecek kadar kalın duvarlarla çevrili birisi işinde ne kadar başarılı olursa olsun, hayatta çok şey yitiriyor demektir. Sevgi taşımayan bir büyük istek, genel olarak ya gençlikte başa gelmiş bir talihsizlik ya daha sonraki yıllarda uğranılmış bir haksızlık ya da işkence korkusunu doğuran nedenlerden biri yüzünden insanlığa karşı duyulan bir çeşit öfke ya da nefretten ileri gelir. Fazla güçlü bir benlik, kişiyi bağlayan bir zincirdir; eğer dünyadan tam olarak zevk almak istiyorsa, kişi bu zincirden kurtulmak zorundadır. Gerçekten sevebilme yeteneği ise, kişinin bu zincirden kurtulmuş olduğunu gösteren belirtilerden biridir. Sevilmek hiçbir zaman yetmez; sevilmek sevgiye yol açmalıdır ve ancak bu iki kapı eşit olarak açık tutulursa sevgi en büyük olanaklarım gerçekleştirebilir.
Karşılıklı sevgi tomurcuğunun açmasına engel olan psikolojik ya da toplumsal bütün nedenler, dünyanın yaşamış olduğu ve hâlâ da yaşadığı büyük kötülüklerdir.
0 Yorumlar