D. H. Lawrence - İki Mavi Kuş


Kadın sıcak bir öğleden sonra kuşlar yuvalarından yüksek perdeden şakıyıp gökyüzü basık ve sıcakken ve yapacak hiçbir şeyi yokken bahçeden aşağı yürüdü. Bahçe çiçeklerle doluydu: Onları bu abartılı görünüşleri nedeniyle seviyordu. Leylak ve kartopu çalıları ve sarısalkım ve gelin çiçeği, laleler ve anemonlar ve rengârenk papatyalar.  Bir sürü çiçek! Unutmabenilerden bordürler. Belemir çiçekleri! Çiçeklerin ne acayip isimleri vardı! Kendisi onlara mavi noktalar veya sarı damlalar ve beyaz fırfırlar derdi. O kadar duyguya gerek yoktu.
Tomurcuklanan yaprakları, yediveren çuhalarıyla baharda belli bir saçmalık, gösterişli ve abartılı bir taraf vardır, eğer insanın içinde tam buna karşılık gelen bir şey yoksa. Ki onda yoktu.
Ah Tanrım! Çitlerin arkasında bir ses duydu, tekdüze oldukça teatral bir ses. Ah Tanrım! Bahçede sekreterine dikte ediyordu. Aman Tanrım, bundan kaçış yok muydu?
Kadın etrafına bakındı: Aslında kaçış çoktu. Ama kaçmanın faydası neydi? Adam aynı şeye devam edecekti. Usulca çitin kenarına gitti ve dinledi.
Adam modern roman hakkında bir dergi makalesi dikte ediyordu. “Modern romanın eksiği mimaridir.” Aman Tanrım! Mimari! Pekâlâ şöyle de diyebilirdi: “Modern romanın eksiği balina iskeletidir veya çay kaşığıdır veya dolgu yapılan diştir.”
Ama sekreteri yine de yazdı, yazdı, yazdı! Hayır, bu devam edemezdi. Etten kemikten birisinin dayanabileceğinden fazlaydı. 
Usulca çit boyunca devam etti, sinsi sinsi dolaşan bir kurt gibi, iri, hardal renkli pahalı ipek bir kazak ve krem rengi pilili bir etek giyen güçlü bir kadın. Bacakları uzun ve biçimliydi ve ayakkabıları pahalıydı. 
Kurt gibi meraklı bir gizlilik içinde çiti döndü ve papatyaların arsızca yayıldığı küçük gölgelikli bahçeye doğru baktı. “Adam” pembe çiçek açan bir atkestanesi ağacının altında renkli bir hamağa uzanmış, ince, beyaz yün bir yelek ve ince, sarı renkli bir gömlek giymişti. Zarif eli hamağın kenarından sarkmıştı ve kelimelerine bir nevi tuhaf bir ritimle tempo tutuyordu. Küçük sekreter küçük bir hasır masada yeşil triko elbisesi içinde esmer başını defterine eğmiş titizlikle o korkunç steno işaretlerini yapıyordu. Adam, söylediklerinin yazılması zor biri değildi; çünkü yavaşça dikte ediyordu ve bir nevi ritim tutturmuş, aynı zamanda sallanan eliyle de tempo tutuyordu. 
“Her romanda, daima sempati duyduğumuz öne çıkan bir karakter olmalı -kendisine daima sempati duyduğumuz biri- karakteri tanısak bile -karakterin insani zaaflarının tamamen farkında olsak bile-”
Her erkek kendi kahramanıdır, diye düşündü kadın acımasızca, her kadının ileri derecede kendi kahramanı olduğunu unutarak. 
Ancak kadını en çok şaşırtan, gömülmüş, steno karalayan küçük sekreterin ayaklarının altında hızlı hızlı dolanıp duran bir mavi kuştu. En azından mavi baştankaraydı, gri ve biraz sarılı mavi. Ancak adamın karısına o neşeli ve aydınlık öğleden sonra mavi gözüktü. Küçük sekreterin güzel fakat oldukça sıradan küçük ayakları etrafında pırpır eden mavi kuş.
Mavi kuş! Mutluluğun mavi kuşu! Ben kutsanmışım, diye düşündü adamın karısı. Ben kutsanmışım! 
Ve kutsanıyordu, bir mavi kuş daha göründü -yani bir mavi baştankara daha- ilk mavi baştankarayla güreşmeye başladı. Mutluluğun bir çift mavi kuşu -mutluluk hakkında kavga ediyorlar! Evet, ben kutsanmışım.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar