Yerde, ormandaki ağaçların altında, kestane kabuklarıyla kaplı otlar ve içi sert yapraklarla dolu kurumuş göletler var. Akşamları, sis parçacıkları kestane ağaçlarının gövdeleri arasına süzülüp, ağaçların kırmızımsı yosun tabakalarıyla ve gök mavisi liken desenleriyle kaplı diplerini kül rengine boyuyorlar. Partizan kampı, daha oraya ulaşmadan, dalların tepelerinden yükselen dumanla ve alçak sesli bir koronun söylediği, ormana daldıkça daha güçlü duyulan şarkılarla kendini belli ediyor. İki katlı, taştan bir çiftlik evi burası, toprak zeminli alt kat hayvanlar için, dallarla çatılmış üst kat ise çobanların uyuması için.
Artık üst katta da, alt katta da, taze eğreltiotu ve samandan şilteler üzerinde insanlar uyuyor. Aşağıda yakılan ateşin dumanının çıkacağı pencere yok; bu yüzden, duman, çatının kara tahtalarına kadar yükselip içeridekilerin genizlerini ve gözlerini yakıyor, onlar da öksürüyor. Her akşam evdekiler, düşmanlar görmesin diye üstü örtülü ateşin taşlarına çepeçevre oturuyor, birbirlerine sokuluyorlar, ateşin yansımalarının aydınlattığı Pin ortalarında oturuyor ve sokağındaki meyhanede olduğu gibi en üst perdeden şarkılar söylüyor. Buradaki adamlar da, dizlerine yasladıkları dirsekleri ve sert bakışlarıyla meyhanedeki adamları andırıyorlar; ne var ki, onlar gibi yazgılarına razı, bardaklardaki morluğa bakmıyorlar, ellerinde silahları var ve yarın dışarı çıkıp başkalarına ateş edecekler: Düşmanlara!
Bu -yani, düşmanlarının olması-, öteki bütün insanlardan farklı kılıyor onları: Pin için yeni ve bilinmedik bir yön. Sokağında erkeklerle kadınların gece gündüz bağırış çağırışları, kavgaları ve hakaretleri vardı, ama bu buruk istek, insanı gece uyutmayan bu arzu yoktu: Düşmanla karşılaşma. Pin, insanın düşmanının olmasının ne anlama geldiğini bilmiyor henüz. Pin’e göre, bütün insanlarda solucanları andıran iğrenç bir yan var, bir de onu insanlara çeken iyi ve sıcak bir yan.
Oysa bu adamlar, tıpkı âşıklar gibi, düşman dışında bir şey düşünemiyorlar ve bazı sözcükleri söylediklerinde, sakalları titriyor, gözleri ışıldıyor, parmakları tüfeklerin gezini okşuyor. Pin’den yalnızca aşk şarkıları ya da gülünç şarkılar söylemesini istiyorlar; kendi kan ve şiddet dolu türkülerini istiyorlar ya da bir tek Pin’in bildiği hapis ve cinayet türkülerini ya da söylemek için nefretle bağırmayı gerektiren son derece edepsiz şarkıları. Elbette, bu adamlar, başka herkesten daha çok hayranlık uyandırıyor Pin’de; delik deşik edilmiş insanlarla dolu kamyonlar hakkında, çukurların içinde çırılçıplak soyulup öldürülen casuslar hakkında öyküler biliyorlar.
Kulübenin aşağısında orman seyrelip yerini çizgiler hâlindeki çayırlara bırakıyor; orada, toprağa gömülü casusların olduğunu söylüyorlar ve Pin geceleyin oradan geçerken biraz korkuyor, sanki otların arasından bitiveren eller, onu topuklarından tutup çekivereceklermiş gibi hissediyor.
Pin, çeteden birisi oldu bile, herkesle içli dışlı ve kimi hangi sözle alaya alacağını, peşinden koşturacağını, harekete geçireceğini ve kızdıracağını biliyor.
“Hey, komutan,” diyor Dritto’ya, “bana dediler ki, aşağı indiğinde giyeceğin üniformayı çoktan yaptırmışsın, rütbesi mütbesi, mahmuzları ve kılıcıyla.”
Pin, komutanlarla şakalaşıyor, ama hep onların suyundan gitmeye çalışarak, çünkü onların dostu olmaktan hoşlanıyor, bir de bu sayede bir nöbet görevini ya da başka bir angaryayı atlatabileceğini düşünüyor.
Dritto, zayıf bir delikanlı, Kuzey İtalya’ya göç etmiş güneylilerin oğlu, marazi bir gülümsemesi var ve uzun kirpikli gözkapakları hep yarı kapalı duruyor. Asıl işi garsonluk; güzel meslek, çünkü garsonlar zenginlere yakın yaşarlar ve bir mevsim çalışır, bir mevsim dinlenirler. Ama ona kalsa, yay gibi gergin kollarını başının altına koyup, bütün yıl güneşte uzanmayı yeğlerdi. Oysa, istemese de, onu hep hareket hâlinde tutan, burun kanatları antenler gibi titreten ve silahlarla uğraşmaktan ince bir zevk almasını sağlayan bir telaş içinde. Hakkında komiteden pek de iyi olmayan bilgiler geldiği, harekâtlarda her zaman aklına eseni yapmak istediği, komuta etmekten fazlaca hoşlandığı ve başkalarına örnek olmaktan pek hazzetmediği için, tugay karargâhı ona karşı bazı önlemler aldı. Ama istediği zaman, cesur davranan birisi ve komutanların sayısı fazla değil; o nedenle, çok fazla bel bağlamayacakları, daha çok başkalarını yıkıma sürükleyebilecek kişileri uzakta tutmaya yarayan bu birliği verdiler ona. Dritto’nun bu yüzden karargâhla arası bozuk ve az çok kendi adına hareket edip işi ağırdan alıyor; arada bir, hasta olduğunu söyleyip kollarını başının altında kenetliyor, uzun kirpiklerini yarı kısarak, kulübedeki taze eğreltiotlarından yapılmış yatağında uzanarak geçiriyor günlerini.
0 Yorumlar