Ay Bakıyor
Son trendi bu geçen. Bundan da inmedi. Artık yatsam iyi olacak. Sabaha karşı içimi soğutan o kavak sesleriyle uyanacağım nasıl olsa. Pencerenin önüne oturup, yola bakacağım. Belki yarın da gelmeyecek, öbür gün de. Bekleyeceğim. Odamın loşluğunda uğuldayan kavak sesleri olmasa, beklemeye daha kolay dayanırım belki, yollara bakmaktan korkmam. Yıllardır deliksiz uyku nedir, bilmiyorum. Hep gelişini duyar gibi oluyorum. Fırlıyorum yatağımdan, geldi galiba diyorum. Salona bakıyorum, yok. Odasına bakıyorum, yok. Portmantonun önünde ayakkabıları, kanepenin üzerinde ceketi yok. Bütün ışıkları yakıyorum. Ellerim, ayaklarını soğuyor, üşüyorum. Ev aydınlık olunca, “Gelmeyecek! Gelmeyecek!” der gibi uğuldayan kavak seslerini duymuyorum.
İlk tren karanlıkta geçiyor. Yorgun, uykulu yolcular oturuyorlar içinde, onlara bakıyorum. Hava yavaş yavaş aydınlanıyor, ikinci, tren geçiyor. Sonra üçüncü, dördüncü... Mansur gelmiyor. Bütün trenleri tanıyorum, devamlı gidip gelen yolcularla göz aşinalığımız var. Uzun yol trenleri evimi sarsa sarsa geçiyorlar. Az ilerideki istasyonda gürültüyle durunca, kalbim de duracak gibi oluyor. Uzun zaman gözümü evime uzanan yoldan ayıramıyorum.
O kadar çok bakıyorum ki istasyona uzanan yola, Mansur’un gelişini görür gibi oluyorum. Ceketini parmağına takmış, yüzünde o güzel gülüşü, ıslık çalarak yürüyor. Saçları yine dağınık, gömleğinin yakası kirli. Kapıyı anahtarıyla açıyor. Ayakkabılarıyla giriyor içeriye, ben yalandan kızıyorum. Oysa sözümü dinlememesini seviyorum. Ceketini kanepenin üstüne savuruyor, ayakkabılarını portmantonun önüne atıyor. Kirli gömleğini çıkarıp kapının koluna asıyor. Onun dağıttıklarını toplamayı seviyorum. Savurduğu her giyside canlılık var, sevinç var. Topladıkça o sevinçleri tadıyorum. Kolları kıvrık gömleğini almak istiyorum kapının kolundan. Ellerim buz gibi demire değince sarsılıyorum, düşmemek için duvara yaslanıyorum. içim yanıyor. Bugün gelir diyorum her gün, oğlum beni böyle bırakmaz, bugün gelir.
Mansur ne hâlde olduğumu bilmiyor ki. Gazeteye verdiğim iki satırlık ilanda ne hâlde olduğumu anlatmadım. “...Yaşadığını biliyorum oğlum.” dedim sadece. “...gel artık. Annen.” Ne bir isim ne bir telefon numarası. Mansur o ilanı benim verdiğimi anlar nasıl olsa. Ne kadar yalnız olduğumu, kavak seslerinden nasıl korktuğumu anlatmadım. Buralarda kavak yok ki...
Durmadan eskiyorum. Tel tel ayrılıyorum, dökülüyorum. Benimki yaşlanmak değil. Boyaları solan, sıvaları parça parça çatlayıp dökülen evim, kumaşları gitgide incelen, yıpranan koltuklarım, paraziti artan, neredeyse susacak radyom gibi eskimek. Oğlum kavak sesleri yüzünden hiç uyuyamadığımı, geceleri bana bakan aydan korktuğumu bilse, çoktan gelirdi. Yollara bakan gözlerim acıyor. Durduğu yerde gedikler açan bir taş gibi ağırım. Kucağım onu arıyor, o gelmiyor.
0 Yorumlar