3 Ocak 2012, son kitabını yazmaya başladığın günden tam tamına bir yıl sonra. Bedenin konusunda yazmak, fiziksel varlığının yaşadığı sayısız darbelerin ve keyiflerin listesini yapmak başka bir şeydi; ama zihnini çocukluğundan hatırladığın kadarıyla irdelemek hiç kuşkusuz çok daha zor, belki de olanaksız olacak. Yine de bunu deneme zorunluluğunu hissediyorsun. Kendini az rastlanan ya da olağanüstü bir inceleme nesnesi olarak gördüğün için değil, tam tersine öyle görmediğin, herhangi biri, herkes gibi biri olarak gördüğün için.
Anılarının tamamen aldatıcı olmadığının tek kanıtı, arada bir eski günlerdeki gibi düşünmeyi hâlâ sürdürmen. O düşüncelerin izleri altmışından sonra da görülüyor, ilk çocukluğun animizmi aklından tamamen silinmiş değil; her yaz çimenlere uzandığında, üzerinden geçen bulutlara bakıp onların yüzlere, kuşlara ve hayvanlara, eyaletlere ve ülkelere ve hayalî krallıklara dönüşmesini izliyorsun. Arabaların önündeki, ızgaralar hâlâ dişleri anımsatıyor ve tirbuşon hâlâ dans eden bir balerin. Dış görünüşüne göre artık aynı insan olmasan da eskiden neysen hâlâ osun.
Bu irdelemeyi nereye vardırmayı düşünürken, on iki yaş sınırını aşmamaya karar verdin; çünkü on iki yaşından sonra artık çocuk değildin, ergenlik hafiften kendini gösteriyor, yetişkinliğin kıvılcımları beyninde çakmaya başlıyordu ve yaşamı hep yeniliklere dalmakla geçen, her gün bir, hatta birkaç ya da pek çok şeyi ilk kez yapan o küçük insan olmaktan çıkıp başka bir varlığa dönüşmüştün; artık seni ilgilendiren şey kör cahillikten daha az cehalete doğru ağır ağır ilerleyen bu süreçti. Kimdin sen küçük adam? Nasıl oldu da düşünebilen bir insana dönüştün ve şayet düşünebiliyorsan düşüncelerin seni nereye götürüyordu? Eski hikayeleri ortaya dök, bulabildiğin her şeyi çıkar, sonra bu kırıntıları ışığa tutup iyice bak. Yap bunu. Yapmaya çalış.
Dünya tabii ki tepsi gibi dümdüzdü. Birisi kalkıp da dünyanın bir küre, güneş sistemi denilen bir şeyin içinde sekiz gezegenle birlikte güneşin çevresinde dönen bir gezegen olduğunu anlatmaya çalışsa, senden daha büyücek olan oğlanın dediklerini kavrayamazdın. Eğer dünya yuvarlaksa, o zaman ekvatorun altında kalan herkesin dünyanın dışına düşmesi gerekirdi; çünkü bir insanın tepetaklak yaşayabileceği akla mantığa sığmazdı. Büyücek oğlan bu sefer yerçekimi kavramını anlatmaya çalışırdı ama bunu kavraman da olanaksızdı. Milyonlarca insanın, her şeyi yutan bir gecenin sonsuz karanlığına balıklama daldığını hayal ederdin. Kendi kendine, eğer dünya gerçekten yuvarlaksa, o zaman en güvenli yer Kuzey Kutbu olmalı, derdin.
Hiç kuşkusuz, seyretmeye bayıldığın çizgi filmlerin etkisiyle, Kuzey Kutbu'ndan dışarıya uzanan bir sırık olduğunu sanıyordun. Berber dükkânlarının önünde dönüp duran kırmızı beyaz çizgili borulara benzeyen bir sırık.
Yıldızlara gelince, onları anlamak olanaksızdı. Gökyüzündeki delikler desen değil, mumlar desen değil, elektrik ışığı da değil, bildiğin hiçbir şeye benzemeyen nesneler. Tependeki kapkara havanın uçsuz bucaksızlığı, seninle o minik parıltılar arasındaki mesafenin büyüklüğü, her türlü algılamaya, kavramaya direnen bir şeydi. Geceleyin üstünde uçan bu iyi huylu ve güzel varlıklar; sırf orada oldukları için oradaydılar, başka bir nedeni yoktu. Tanrı eliyle yaratılmasına yaratılmışlardı da, Tanrı onları ne düşünerek yaratmıştı acaba?
0 Yorumlar