Hava kararmadan dönerdin.
Gelir, taşlıktaki sedire oturur, sigaradan son bir nefes çeker, son yanına devrilip yatardın. Sırtın bize dönük, yüzün duvarda serin.
Sen eve doğru yürürken, attığın her adımda gün ağır ağır batardı, güneş dizlerinden kayardı, annemle eşikten izlerdik, bizi görmezdin.
Ardında hep ters bir ışık, ters bir şey, bir tutam saç tependen kalkık, ağız dolusu savrulan duman, palazlanan rüzgâr, tepetaklak martılar.
Uzaklardan göründüğünde, ufuk çizgisinde belirdiğinde, ipince bir ışık, kırık bir huzmeydin.
Yaklaştıkça fakat, gövden ağırlaşırdı, giderdi ışığın. Evde hantallaşırdın, sanki karaya vurmuşsun.
Severmişsin evimizi, annem öyle söylerdi, sanırım bir sandal kıyıyı ne kadar severse o kadar.
Sırtın dönük sedirde yatışına bakarken, içimde garip bir mutluluk. Bir kelime etmesen de, gülümsemesen de yüzlerimize. Gelmiştin işte, dün de bugün de bizimdin. Yarın güneş doğmadan, deniz çekilmiş seni beklerken, bir beyaz bulut gibi yine evden açılacaktın.
Anladın mı hiç, bilemedim. Böyle gelip de sedire ger uzandığında, derinleşince uykun, taşlıktaki lavaboda asılı çerçevesiz aynayı, yüzünü döndüğün duvara sessizce iliştirirdim.
Şimdi benim tıraş olduğum.
Uzanırken aynayı yerleştirmek için, hiç olmadığı kadar yakınken sana, tenin deniz kokardı, poyraza dönerdi nefesin.
Bir silinir, bir belirirdi aynada yüzün. Nefesinin her vuruşunda buğulu başka bir resim. Neler olmuş, nerelerdeymişsin, neler görmüş geçirmişsin, her nefes alıp verişinde şekillenirdi aynada bir bir. Öylece izlerken en tatlı uykulara daldığım puslu bir film. Sonunu hiç getiremediğim.
Hâlâ, her gece, el ayak çekilince, usulca denize giriyor annem, koynuna girer gibi senin.
0 Yorumlar