Şu ölümlü insanlık, hiç hak etmediğim halde, sadece kendi menfaatlerini düşünerek bana yüz çevirip, beni ihlal ve tahrip etmiş olsaydı, buna sadece, bana karşı yapılmış haksızlık ve saygısızlık olarak düşünür, üzülürdüm. Ancak durum beni aşarak, bütün insanlığın saadet kaynağı onlardan uzaklaşmış ve üzerlerine çeşitli belalardan bir yığın yük yüklenmiştir. Bu durumda bana yapılan haksızlıktan çok onların mutsuzluğuna ağlamam gerektiğine mecbur hissediyorum kendimi. Keşke sadece onlara öfkelenmekle kalmış olsaydım! Çünkü her hâlükârda bir insanın onu seven kişiyi terk etmesi insafsızlık, ona iyilik yapana yüzünü dönmesi nankörlük ve onu meydana getirip ayakta tutana kötü davranması ise vicdansızlıktır. Benim sağladığım olağanüstü nimetlerin boşa çıkması ve insanın kendi isteğiyle böyle korkunç bir canavarı çağırması ve binlerce rahatsızlığa yol açması, delilikte zirve yapmanın ispatı değil midir? Suçluya öfkelenmek yerinde bir tutumdur, ancak bir çeşit intikam tutkusuyla kışkırtılanlara üzülebiliriz. Onlar için kesinlikle üzülmekten başka hiçbir neden yoktur. Nasıl ki iyileşmeye ilk adımın atılması için, öncelikle insanın kendi hastalığının ciddiyetini tanıması gerekiyorsa, onların içinde oldukları duruma üzülebilmeleri için de, önce kendi talihsizliklerinin farkına varmaları gerekir. Eğer ben Tanrıların ve insanların lisanları tarafından aynı anlamda övülmüş o gerçek barış isem, göklerin ve yerin yaratıcısı, besleyicisi, öğreticisi ve koruyucusunun kaynağı isem, eğer ben olmadan her şey yararsız, güvensiz, karışık, belalı, insanlara ve Tanrılara hoş gelmiyor ise; bütün bunların karşısında savaş, doğası gereği bir çeşit kötülük okyanusu gibi, işlediği suçlarla bütün çiçekleri soldurup, elde olan birikmişi yok edip, sağlamı sallandırıp, iyi kurulmuş olanı çökertip, tatlıyı acı yapıyorsa bir felakettir ve ansızın beliren bir veba gibi dindarları ve dini etkisi altına alır. Eğer insanlar ve Tanrı içindir savaştan daha kötü ve nefret edilesi başka bir şey yoksa ölümsüz olan Tanrı’ya soruyorum: Bir parça sağlıklı akla sahip olan insanlardan hangisi böylesine kutsi, masraflı, yağcılıkla dolu, hilelerle, bu kadar zahmetli kovalamacalarla, sayısız belalarla ve böylesine pahalı bir takas için beni aramaya çalıştıklarına inanır?
Eğer vahşi hayvanlar bu çeşit bir tutum içinde olsalardı, bunu daha kolay anlayabilir ve bunun onlara vahşi yaratılışları gereği doğuştan verilmiş olduğuna kanaat getirirdim. Eğer dilsiz hayvanlardan nefret etseydim, bunu onların bilgisizliği olarak addederdim, çünkü bana verilen ruhi özellikler onlara verilmemiştir. Ama bu öfkeli ve fazlasıyla haddini aşmış bir durumdur: Doğa yalnızca bir canlı varlığa akıl yeteneğini ve tanrısal ruh tarafından algılanabilir olmayı bahşetmiştir. O, iyiyi ve birliği isteme yeteneğine sahip tek bir canlı türü yaratmıştır – ve yine de: İnsanlar, en vahşi hayvanlar ve monoton hayvanlardan bu konuda daha öndedirler!
0 Yorumlar