Sokak karanlık. Kaldırımlar boyunca, bir trenin ardı arkası kesilmeyen vagonları gibi uzayıp giden birbirinin eşi bina cephelerinin hiçbirinde ışık yok; hepsi de kör birer kuyuymuşçasına içine çekiyor insanı. Ölü gözü gibi de olsa tek tük yanan sokak lambaları, bu gece tümüyle sönmüş. Gökteki dolunayın sana yolunu gösteren donuk ışıltısında, alışık adımların seni oturduğun binanın kapısına götürüyor. Saat geceyarısını çoktan geçmiş olduğu için, sokak kapısı kilitli. Pantolonunun cebinden anahtar destesini çıkarıp kapıyı açıyorsun. Adımını eşikten içeri atarken, o tanıdık nem ve yemek kokusu karışımı ağır hava karşılıyor seni. Elin duvarın pürtüklü yüzeyinde hol otomatiğini arıyor. Düğmeye dokunuyorsun ve cılız, kızılımsı bir ışıkla aydınlanıyor apartman holü. Asansöre yöneliyorsun. Çağırma düğmesine basınca, uzaklarda bir yerde köhne bir mekanizma aksıra tıksıra devreye giriyor; birtakım çarklar isteksizce, zahmetle, ağır ağır ve yakını dolu gıcırtılarla dönmeye başlıyor; derinden derine gelen bir uğultu, homurtu işitiliyor. Ayaklarının altındaki karo mozaik döşemenin hafifçe sarsıldığını hissediyorsun. Bu eski taş binanın merdiven evinin ortasındaki boşluğa sonradan ilave edilmiş, apartman holünden yalnızca baklava motifli tel örgülerle ayrılan asansör şaftının içindeki yağlı ve kalın çelik teller, enli kösele kayışlar bir gerilip bir boşalıyor, titriyor, kimisi aşağı kimisi yukarı hareket ediyor. Kararmış altın külçeleri andıran dökme demir ağırlıklar yavaşça yükseliyor. Yukarıdan inmekte olan asansör kabininin simsiyah tabanı gitgide yaklaşıyor, gitgide büyüyor, görüşünü kapatıyor. Kabin katta durunca, motor tıpkı az önce çalışmaya başlarken olduğu gibi, bıçakla kesilmişçesine apansızın duruveriyor ve yüksek tavanlı hol kısa süre için eski sağır sessizliğine kavuşuyor. Asansörün kapısını açıp içeri adımını atıyorsun. Kabini tel örgüden ayıran iki küçük kanadı kapattığın sırada, apartman holündeki otomatik ve kabin ışığı aynı anda sönüyor. Kontrol tablosunda el yordamıyla yoklayarak kendi katının düğmesi olduğunu düşündüğün bir düğmeye basıyorsun. Uzaktaki o köhne mekanizma, yine aynı evrelerden geçerek, aynı derecede zahmetli ve ağır, ama sanki dağdan çığ yuvarlanırmışçasına gitgide güçlenip hızlanarak çalışmaya başlıyor. Motorun çalışmasıyla birlikte, kabin ışığı da yine yanıyor. O anda şaşkınlıkla, asansörün yukarı, senin dairenin bulunduğu kata değil, aşağı doğru hareket ettiğini görüyorsun. Karanlıkta yanlış düğmeye basmış olmalısın. "Dur" ve "İmdat" düğmelerini birkaç kez deniyorsun, ancak asansör inişine devam ediyor. İster istemez bodrum kata inmek, asansör orada durunca yine kendi katının düğmesine basmak zorundasın. Kabin ağır ağır inerken bekliyorsun. Zemin kat döşemesi, gözlerinin önünden kaçıp yukarı doğru uzaklaşıyor. Kabin, bodrum kat hizasına geldiğinde, küçük kanatları açmaya davranıyorsun, ancak asansör durmuyor; ikinci bodruma, oradan üçüncü bodruma iniyor ve inişini sanki gitgide artan bir hızla aşağılara doğru sürdürüyor. Bunca yıldır oturduğun bu binanın bu denli çok bodrum katı olduğunu farketmemişsin bile...
- EV
- ÖZEL İNSANLAR
- _ŞAİRLER
- __İLHAN BERK
- __CEMAL SAFİ
- __AHMET ARİF
- __SABAHATTİN ALİ
- __EDİP CANSEVER
- __CAHİT ZARİFOĞLU
- __CAN YÜCEL
- __TURGUT UYAR
- __OĞUZ ATAY
- __CEMAL SÜREYA
- _YAZARLAR
- __AZİZ NESİN
- __YAŞAR KEMAL
- __NAZIM HİKMET
- __SABAHATTİN ALİ
- __ELİF ŞAFAK
- __ORHAN PAMUK
- __SYLVIA PLATH
- __FRANZ KAFKA
- __TOLKIEN
- __VIRGINIA WOOLF
- __OSCAR WILDE
- __TOLSTOY
- __MARK TWAIN
- __ERNEST HEMINGWAY
- __STEFAN ZWEIG
- SON YAZILAR
- MAKALELER
- _İLETİŞİM
- _EĞİTİM
- _KİŞİSEL GELİŞİM
- VİDEO
0 Yorumlar