Uzaktaki boz ormanın taze yeşil, neşeli bir parıltısı var birkaç günden beri; bugün tahta köprünün orada yarı yarıya açmış ilk çuhaçiçeğini gördüm; nemli ve berrak gökyüzünde düş kuruyor yumuşak nisan bulutları ve henüz sürülmemiş geniş tarlalar öyle parlak kahverengi ki, ılık havaya öyle istekli uzanıyorlar ki, döllenmeye, filizlenmeye, suskun güçlerini binlerce yeşil tohumla, boy atan otlarla göstermeye, hissetmeye ve bahşetmeye can atıyorlar sanki. Her şey beklemede, her şey hazırlık içinde, her şey ince ince, şefkatle dürten bir oluş heyecanıyla düş kurmakta, filizlenmekte tohum güneşe, bulut tarlaya, körpe otlar havaya doğru. Yıllardır bu vakitlerde, sanki özel bir anda yeniden doğuşun mucizesini keşfedecekmişim gibi, sanki bir kere de ben, bir saat boyunca, gücün ve güzelliğin doğuşunu kendi gözlerimle görüp kavrayacakmışım gibi, hayatın topraktan nasıl gülerek fışkırdığına, genç iri gözlerini ışığa nasıl açtığına bizzat tanık olacakmışım gibi sabırsızlık ve özlemle pusuda beklerim. Yıllardır kokularıyla, sesleriyle yanımdan geçip gider mucize, sevilerek, tapınılarak ve de anlaşılmadan; oradaydı işte, ama geldiğini görmedim, tohumun kabuğunu çatlattığını, ilk ince kaynağın ışıkta titreştiğini görmedim. Birdenbire çiçeklenir her yer, parlak yapraklarla ya da köpüksü beyaz püsküllerle ışıldar ağaçlar, kuşlar sevinç içinde güzel kavisler çizer sıcak mavilikte. Ben görmemiş olsam da mucize gerçekleşmiştir, ormanlar kubbelenir, uzak doruklar çağırır, zamanı gelmiştir artık çizme ve çanta, olta ve kürekle donanmanın, gençliğin tüm duyularıyla sevinmenin bu seferinde daha da hızla geçip gider zaman... Eskiden, henüz oğlan çocuğuyken ben, ne kadar da uzundu, sonsuzca uzundu ilkbahar!
Ve vakit elverirse, keyfim de yerindeyse, nemli çayıra uzanırım ya da ilk bulduğum sağlam ağaca tırmanırım, dallarda sallanır, tomurcukların rayihasını, taze reçinenin kokusunu içime çekerim, tepemdeki dalların ağını, yeşilin ve mavinin birbirine karıştığını görür, uyurgezer gibi sessizce adım atarım çocukluğumun kutsal bahçesine. Oraya bir kez daha girivermek, ilk gençliğin berrak sabah havasını solumak ve bir kez daha, kısa bir an, dünyayı Tanrı'nın elinden çıktığı gibi, gücün ve güzelliğin mucizesinin bizzat bizde gerçekleştiği çocukluğumuzdaki gibi görmek öyle nadir, öyle enfes bir duygudur ki.
O zamanlar apaçlar neşeyle, inatla yükselirdi havaya, o zamanlar bahçede nergisler ve sümbüller ışıl ışıl bir güzellikle açardı ki henüz pek tanımadığımız insanlar bize nezaketle, şefkatle yaklaşırdı, çünkü pürüzsüz alınlarımızda, bizim hiç bilmediğimiz ve büyümenin telaşıyla istemeden, farkına varmadan yitirdiğimiz tanrısallığın soluğunu hissederlerdi hala. Nasıl da yaramaz, nasıl da ele avuca sığmaz bir oğlandım ben, küçüklüğümden beri ne çok kaygılandı babam benim için, anam ne korktu, ne çok göğüs geçirdi benim yüzümden! Yine de, benim alnımda da vardı Tanrı'nın parıltısı, baktığım her şey güzel ve canlıydı, düşüncelerimde ve düşlerimde, hiç de dindarca olmasalar da, melekler, mucizeler ve masallar kol kola gezerdi.
0 Yorumlar