Ertesi gün hava o kadar kötüydü ki, sadece Laura kiliseye gitme kararlılığını gösterdi. Ahırda Kass'ını atı atrabaya koşmasını beklerken -at huysuzca yan yan kaçıyor, rüzgarın estiği yöne arkasını dönmeye çalışıyor. Kass da küfrederek koşumlarla uğraşıyordu- İtale geldi. ”Seni ben götüreyim.” dedi.
”Zahmet etme İtale.”
İtale onu dinlemeden atın kalçasına bir şaplak indirip hayvanı hizaya soktu ve koşumları taktı; arabaya binmesi için Laura'ya elini uzattı; birlikte rüzgarın sağa sola büktüğü ıslak ağaçların arasından, göl kıyısını takip ederek San Larenz'e giden yola koyuldular. Solda yapraklarını dökmüş ağaçların arasından dümdüz kurşuni göl görünüyordu.
”Kiliseye gitmeyi ne zaman bıraktın?”
”Şimdi gidiyorum ya,” dedi İtale.
At çamurun içinde ağır ağır ilerliyor, dallardan damlalar düşüyor, ara sıra sulu sepken kar kesiliyor ve hafif bir sağanak boşanıyordu.
”Hapishanede...” dedi Laura. ”Sen hapisteyken-”
İtale bir süre geçtikten sonra cevap verdi. ”Çok fazla düşünemiyordum. Zihnim bulanıyordu. Hep karanlıktı. Tanrı'ya en çok matematikle yaklaşabilmiştim... O da pek işe yaramadı. Ne işe yaradı biliyor musun? Her zaman değil ama nadiren de olsa tek işe yarayan şey. Tanrı'nın sevgisi değildi düşündüğüm. Yaz akşamlarında, güneş aşağıdan içeri girdiğinde kayıkhanenin içindeki suyu düşünürdüm. Ya da yemek tabaklarını-hani dün gece kullandıklarımızı. Eğer onları gözümün önünde canlandırabilirsem her şey yolunda demekti. Manevi meselelerle işim bitti böylece...”
”Eğer evi Rab yapmazsa”dedi Laura, neredeyse fısıltıyla ama gülümseyerek.
İtale Laura'nın ne dediğini anlamadı. Aziz Lazarus'tan bahsetmek rahatlatıcıydı ama çok da çaba gerektirmişti; sustu.
Valtorosa sakinlerinden Aziz Antuan'a gelenler kalabalıktı: Piera, Berke Gavrey, Mariya ve iki hizmetçi kız daha, bir de araba sürücüsü Godin. Küçük kilise buz gibi soğuktu; soğuk, gri bir ışık tavana kadar içerisini dolduruyordu. İtale ayin boyunca diğerleriyle birlikte oturdu, ayağa kalktı, eğildi. Ancak Peder Klement ”Credo in unooom Deooom!” diye başladığında ani bir mutlulukla gülmek geldi içinden. Laura'nın ne demek istediğini anlamıştı. ”Sen benim özgürlüğümsün”diyebilmesinin nedenini de anlamıştı. Onun bilmediğini biliyordu Laura: Laura da onun özgürlüğüydü; ayrılacak bir evin zaten yoksa evinden ayrılmak diye bir şey de olamazdı. Evi kim yapar, kimin için yapılır, kim için korunur ev?
Peder Klement her zamanki gibi ayinden sonra Laura'yla konuşmak istedi. İtale kilisenin girişinde onu beklemeye başladı. Yaşlı Mariya ve Valtorsa malikanesinin hizmetçi kızları da orada, Godin ve Gavrey'in arabayı kapıya getirmesini bekliyordu. Az sonra Piera da başörtüsünü bağlayarak geldi. İtale'ye göz ucuyla baktı ve kendine özgü kibarlığıyla merhaba dedi, basamaklardan inip rüzgarın ve yağmurun ortasına çıktı. Ama daha fazla gidecek bir yer yoktu. Kapının önünde, bir çamur deryasının kenarında, ufacık ve dimdik, sırtı dönük durdu.
İtale onun peşinden gitti. ”Neden girişte beklemiyorsun?”
Piera ne cevap verdi, ne de döndü.
”Yağmurun altından çekil, yukarı çık. Burada ben dururum.” dedi İtale şaka yollu, yumuşak bir sesle.
Piera kafasını kaldırıp zeki gözlerini İtale'ye dikti. Gözleri dolmuştu; ya da belki rüzgar gözlerini yaşartmıştı. ”Nasıl istersen.” dedi ve basamaklardan yukarı çıktı. Gavrey araybayla geldi ve Valtorsa ahalisini toplayıp çamların altından yola çıktılar.
İtale döndü, ellerini bahçe kapısına dayayıp göle, karşı kıyıdaki karanlık dağlara baktı. Rüzgar gözlerine geliyordu. Yukarıda kurşuni bulutlarla dolu bir gökyüzü hiç durmayan, hızlı ve sessiz bir çalkantı içindeydi. Aziz Lazarus'un avlusunun üstündeki gökyüzünü hatırladı; aradaki bulutlar da kış boyunca, üç kış boyunca böyle akıp gitmişti; erişilmez, güzel, kayıtsız. Korunacak hiçbir şey yoktu. Hayat bulutlar gibi akıp gidiyordu. Biri yolculuğa çıkıyor, diğeri kalıyor, yine de yolda buluşuyorlardı; yolculuğun asıl amacı ve sadakatlerinin özü de bu buluşmada yatıyordu zaten. Bir bulut şeklinde ve bulut gibi haraketli.
0 Yorumlar