13 Mayıs
Deina, sevgilim,
Ölümü beklemek için doğduğumuz şu kekremsi hayatımızın, beklemekle geçmesini bu kadar garipsememiz ne tuhaf. Bu sabah güvercinleri yemlerken aklıma sen odanın pencere pervazına oturur, ben bahçede dolaşırken birbirimize seslenerek yaptığımız bütün o konuşmalardan birkaçı geldi. Kelimeler sızı, kelimeler taşıyamayacağım kadar ağır artık; yem torbasının yanına çöküverdim. Başımı ellerimin arasına aldım; sana dokunmuş, seni bulmuş, seni sevmiş, seni kaybetmiş ve kendini bildi bileli seni aramış ellerimin. Deina, sevgilim, sana yazıyorum. Çünkü seni hâlâ bekliyorum. Hâlâ özlüyorum. Hem öyle özlüyorum ki iç organlarımdan daha iyi, daha alışkanlıkla biliyorum seni özlemeyi. Hâlâ. Hâlâ. Hâlâ seni seviyorum.
Evet, pencere pervazları. Evet, konuşmaların. Saçlarının başın hafifçe sola eğik hâlde durmuş beni izlerken çehrenin çevresinde savrulan başaklar gibi haylaz kımıldanışları… Sevgilim. Sana kafamda en başından beri böyle sesleniyordum. Daha ikimiz de küçücük çocuklarken, hatta sen benim adımı atlarınkiyle karıştırıyorken, daha hiç doğru düzgün birbirimize bakmamışken bile. Başka kimse sana seslenirken bu tarz sıfatlar kullanmıyordu. Garip demiyorlardı. Hasta demiyorlardı. Deli, demiyorlardı.
Demelerine gerek var mıydı?
Oysa sen kendini sıklıkla küçük deli kız diye tanımlardın. Farklı olduğunu biliyordun, evdeki herkes kadar. İstedikleri gibi bir çocuk olmadığını, istedikleri gibi bir genç kız olamayacağını… Daha beş yaşında kiliseye gitmeyi kesinlikle reddederek bahçede kendine topraktan bir tapınak yapmıştın. Zavallı annen sana doğruyu anlatabilmek umuduyla eski insanların nasıl da saçma biçimde putlar yaptığından, çamurdan tanrılara, ölü hayvanların kemiklerine, boynuzlu yaratıklara tapındığından, sonra kutsal dinimizin nasıl da bu yabani vahşilikleri yok edip bize doğruyu ve Tanrı’nın lütfunu bahşettiğinden bahsedince de oyununu biraz değiştirmiş, bütün bir bahar ve yaz boyunca topraktan tanrılar tasarlamakla meşgul olmaktan büyük zevk almıştın. Bunu anneni üzmek için yapmıyordun, onu neden üzdüğünü anlamıyordun da. Sadece hoşuna gidiyordu ve evdeki diğer oyuncaklarınla oynamak yerine toprak tanrılarla uğraşmanın neresinin bu kadar anlaşılmaz olduğunu idrak edemiyordun.
0 Yorumlar