Oya Baydar - Elveda Alyoşa


Her sabah saat 8'de, düzenli işe giden memurlar gibi geliyoruz bu odaya. Küçük masacıklarımıza oturuyoruz. Günlük gazeteleri, önümüze dünyanın en ciddi, en ertelenmez işini yaparcasına açıyoruz. Dosyalar, kâğıtlar, not defterleri ve bir makas... Gazetelerin "Eleman aranıyor" sayfalarındaki iş ilanlarını özenle kesip saklamak için; oyalanmaları ve umutları kesip saklamak için bir makas... İş aracı olarak makaslarımız var bizim. Renk renk, şekil şekil, marka marka makaslarımız... 

Zamanı öldürmeye sabah 8'de başlıyoruz. Önce saniye saniye, sonra dakika dakika, sonra saat saat işkenceyle ölüyor zaman. Saat tam 10.30'da 15 dakikalık kahve molası, sonra yine çalışma. "Çalışma?" Yani gazetelerden hummalı biçimde iş ilanları kestiğimiz, yani iş olanakları konusunda ateşli tartışmalara daldığımız; en etkili, en dayanılmaz, en inandırıcı iş başvurusunun nasıl, hangi üslûpla, kâğıdın kaç santim içinden yazılması gerektiğini öğrenmeye çalıştığımız; yani işsizliğin çaresizliğini yapayalnız yaşayıp çıldırmamak yalnızlığımızı bu beş köşeli odaya taşıdığımızı!.. 

Saat 12'de yemek paydosu. Bir saat bile değil yarım saatçik. Her gün, yarım saatlik yemek paydosunun bir saate çıkarılması tartışılıyor uzun uzun. Ama issizlik yardımına yeniden hak kazanabilmek için, gününü, dünyanın en acayip işinde, 'işsizlik işi'nde çalışarak tamamlamak gerek. Öğle paydosunu bir saate çıkarmayı bir türlü başaramıyoruz. 12.30'da yeniden çöküyoruz masalarımıza yeniden başlıyoruz işe. İşimiz: İşsizlik; işimiz: O bizi öldü ye zamanı öldürmek. 

Burada, garip bir odada işsizlik, politikacıların nutuklarından, televizyon ekranlarından, gazetelerin manşetlerinden ve işsizliği protesto pankartlarının acımasız gerçekliğinden çıkıp, dünyanın en soyut, en tuhaf işine: işsizliği işsizlikle yok etme işine dönüşüyor. Her sabah, işyerimize girerken, hepimiz kendi işsizliğimizi eşikte bırakıyoruz. Helga'nın -fare deliğine sığmayıp kuyruğuna bağladığı kabak- evlat edinilmiş Zenci bebeği; Volker'in aylardır ödenemeyen ev kirası; Barbara'nın kapatılmış telefonu; Armin'in ayrıntılı intihar projesi; Conny'nin uyuşturucu tutkusu; Hans Peter'in Siemens'e girip yükselme hırsı; Karin'in kendisi gibi işsiz alkolik dostu; postada geciken işsizlik yardımının kesildiğini haber veren kara yüzlü, uğursuz Çalışma Dairesi mektupları; hepsi kapının önünde bırakılıyor. Sekiz saatlik iş gününü tamamladığımızda, bu korkunç işin korkunç paydosunda, hepimiz kendi yalnızlığımızı, kendi sıkıntılarımızı, kendi acılarımızı ellerinden tutup yine sokaklara çıkıyoruz. Çalışma Dairesi'nin düzenli raflarında ya da dev bilgisayarların belleklerinde bir kart, bir numara, bir istatistik puanı oluyoruz yine. 

Bugün cuma. Hafta sonundan önce son çalışma günü. Kahve molası başladı başlayacak. Dört bir yana dağılmış gazeteler, kalemler, kâğıtlar, makaslar toplanıyor. Pencereleri açmak gerek. 10.30'da havalandırma için pencereler açılır hep. Dışarıda buz gibi bir yağmur. Oysa aylardan mayıs. Şimdi bir yerlerde pırıl pırıldır güneş. Deniz masmavidir. Papatyalar, zerrinler, kır laleleri, güllere, şebboylara, kızıl sardunyalara dönüşmeye başlamıştır çoktan. Oralarda işsizlik şarap lezzetinde tatlı bir teri' belliktir mayıs havasında. 

Pencerelerin aralandığını içeri dolan rutubetli soğuktan anlıyorum. Ürperiyorum. Benim işim ne burada! Bu garip oyunda, bu beş köşeli sahnede, bu soğuk mayıs yağmurunun altında, bu dilini bile anlamadığım ülkede, bu yabancı kentte, Çalışma Dairesi'nin bilgisayarının belleğinin işsizler hanesinde, bu duyguları da dilleri kadar yabancı insanlar arasında, bu zaman öldürme makinesinde, bu cinayette işim ne benim! Dışarıda soğuk ve yağmur; burnumda sıcak kahve kokusu. Masanın üzerine, abanıyorum. Helga'nın evlat edinilmiş bebeği yatağında ağlıyor...

Yorum Gönder

0 Yorumlar