“Nasıl gidiyor Anton? Gazeteyi okumayı bitirdin mi?” diye sordu Rotten, başını kaldırıp bakmadan.
Anton Kovaç, biraz önce ne okuduğunu anlatabilmek için ona birlikte kitap raflarına kadar yürümeyi teklif etmek istedi. Kısa zaman önce, Rotten adındaki Belgradlı bu profesörle oldukça iyi dost olmuşlardı. Askerliğin son ayı her ikisine de zor geliyordu; kahvehanedeki kısa etekli şarkıcıyı dinlemek ve biraz sarhoş olmak için birkaç defa birlikte kasabaya inmişlerdi. Rotten ciddi genç bir adamdı, mükemmel askeri ve kütüphane disiplini olan sessiz bir akademisyendi. Pazar günleri kasabaya yapılan turlarda bazen gevşer ve sessizce birkaç kadeh konyağı devirirdi. Rotten’a, o korkutucu şeyi, 17 nolu tuvaletin serinliğinde ve sessizliğinde bekleyen saatli bombayı anlatmanın doğru olabileceğini düşündü Anton Kovaç. Fakat son anda vazgeçti. İki kişinin bildiğini, herkes bilir demekti.
“İyi” dedi. “Her zamanki gibi iyi.”
Masasına oturdu ve katalog kartlarına kitap başlıklarını yazmaya başladı. “Çok sıcak,” dedi gedikli çavuş, cızırdayan radyoyu kapatıp pencereye doğru gitti ve camı açtı. Keklikler hâlâ dışarıdaydı, durmaksızın çizmeleriyle asfaltı dövmekteydiler.
“Marş söyleyin!” diye bağırdı meydandaki onbaşı. Genç bir acemi erin saf ve çınlayan sesi yürüyen çizmelerin ritmine uyarak “Topçuların Marşını” söylemeye başladı:
Biz topçu askerleriyiz
Ordu bizi çağırdı
Sınırlarımızı korumak için
Ve Mareşal Tito’yu
Ve acemi erler korosu bağırarak nakaratı söylediler:
Tito mareşaldir
Hem de çok zekidir
Muhteşem ordumuzun
Komutanıdır
Anton Kovaç, merasim yürüyüşü sanatını öğrenene kadar o marşı kaç kere tekrarlamış olduğunu düşündü. Yüz defa mı? Sözlerin ne anlama geldiğini artık bilemeyecek kadar tekrarladığını düşündü. Şimdi aniden o sözlerin ne kadar uğursuz olduğunu, biraz önce okuduklarıyla ne korkunç şekilde ters düştüğünü anladı. Ve o sözleri yazma cesareti gösteren cesur ve çılgın insanı düşündü. Bunu yapabilecek cesaretteki kişi kolaylıkla kışlaya bomba da koyabilirdi.
0 Yorumlar