Şimdi yanında Yonca da olduğu için daha rahat konuşuyordu. Selim duymamış göründü. Yonca'ya yaklaştı. Çocuğu koltuk altlarından yakalanarak havaya kaldırdı. Havada öylece bir süre tuttu. Yonca'nın gülümsemesine şimdi korku karışmış, yukarıdan Selim'e bakıyordu. Genç adam düşürür gibi indirdi kızı, kucağına alarak iskemleye oturdu.
-Senin adın ne bakayım? diye sordu yapma bir tatlılıkla.
Selim'in onu konuşturmak için böyle gelişigüzel bir soru sorduğunu anlamış gibi cevap vermedi çocuk. Elini ağzına soktu.
-Çıkar elini ağzından! dedi annesi. Bak sana adını soruyor
Yonca nin kızardığını görünce üstelemedi. Daha ileri varırsa ağlayacağını biliyordu. Yonca bütün vücudunu gererek Selim'in kucağından yere kaydı, pencerenin yanına giderek oradan ona bakmaya başladı.
-Benim otomobilim var, dedi Selim, seni gezmeye götürürüm gelirsen kucağıma.
Kızın yine de yanaşmadığını görünce annesine döndü :
-Pazar günü Gebze'ye gideceğim, dedi. Öteberi var buraya getirilecek. Bedri ağabey isterse hep birlikte gideriz, çocuklara da gezme olur.
Filiz şimdiden bir şey söyleyemezdi, Bedri'ye danışması gerekiyordu. Bedri böyle gezilerden pek hoşlanmazdı ama çocuklar için gerçekten büyük bir eğlence olurdu bu yolculuk. Kim bilir bu mevsimde ne güzeldi oraları!
-Cennet gibi, dedi Selim.
-Hiç gitmedim Gebze'ye, dedi Filiz. Nasıl gidiliyor? Hangi yolda?
-Ankara asfaltından. Kaymak gibi yol. Yanm saat çeker çekmez. Çınarların altında kır kahveleri var. Yemek de götürebiliriz buradan.
Müdürleri bir angarya için yolluyordu Selim'i Gebze'ye. Küçük bir denk bir teneke de yağ getirecekti oradan. İyi adamdı müdür. İyi olmasa ne gelir elden! Yaşam zordu.
-Ekmek aslanın ağzında.
Filiz yıllardan beri böyle bir gezmeye gitmemişti. Bir kez çocukken Sapanca'ya gitmişlerdi büyük halasına trenle. Dolma, börek, çay, kahve, kap kacak, tam bir sepet dolusu yiyecek ve öteberi almışlardı yanlarına. Telgraf tellerine baktığını anımsıyordu. Teller yükselip alçaldıkça direkler geçmişti önünden düzenle. İstasyonda trenden inişleri, yol, sonra o ağaç altları. Büyükler hasırlarda yan gelirken çocuklar ter içinde koşup oynamışlardı. Bahçeler elma doluydu. Şu manavlardan kilosunu sekiz liraya alamadığımız elmalar, ağaçlardan sarkıyordu tekmil. Sonra elma yığınları vardı, doyasıya elma yemişlerdi.
-Gebze'de elma bulunmaz, dedi Selim. Gebze'den üzüm çıkar. Şimdi de üzümün mevsimi değil.
-Biliyorum, dedi Filiz. Bir şey yemek gerekli değil ya! inşallah Bedri ister!
-İş siz isteyin! Siz istedikten sonra Bedri ağabey nasıl olsa razı olur.
Filiz bir eziklik duydu içinde. Anlatamadığı, doğru dürüst yamadığı için hiçbir zaman anlatamayacağı, aksayan bir şey vardı onda. Mutluluk, su içmek, dolaşmak, çiçek koparmak kadar kolay görülse de hiçbir zaman mutluluğa eremeyeceğini biliyordu. Birtakım görünür görünmez engeller vardı. Bu engellerin çoğunu Bedri çıkarmıştı önüne. Bedri'nin az para kazanmasını, kazandığının çoğunu da içkiye, kitaba, hovardalığa yatırmasını, kimi gün çoluğunu çocuğunu aç bırakmasını -bu da olmuştu çünkü- pek o kadar önemsemiyordu. Evine bağlı bir adam olsa, kafa kafaya verip geçinseler, gül gibi yaşarlardı. Değil. Bu da değil! İçinden bir düşmanlık kabanyordu Bedri'ye. Niçin? Bilgisizliği, güçsüzlüğü, eksikleri yüzünden mi mutsuzdu yoksa! Ama Bedri' nin ondaki bu eksiklik duygusunu, bir çiçek yetiştirir gibi, gece gündüz üstüne titreyerek büyüttüğünü, beslediğini de sezinliyordu. Öyleyse? Bedri'ye varacak yerde herhangi başka bir adamla, sözgelimi Selim'le evlenseydi yine böyle mi olacaktı? "İnsanın en büyük düşmanı insandır," demişti Bedri. Bak bu doğru! Erkek olsun, kadın olsun, o da insanlardan hoşlanmıyordu. Hele giyinip kuşanıp bacak bacak üstüne atan, erkek gibi konuşan, karşısındakini sinek gibi gören kadınlardan iğreniyordu. Böyle biriyle karşılaştı mı, büyülenmiş gibi, kala kalıyordu. Elleri büyüyor, ağzı çarpıliyor, pabuçlan, üstü başı birdenbire eskiyor, dökülüveriyordu sanki. Bir yerini, bir şeylerini gizlemeye çalışıyor, beceremiyordu. "Ne bakıyorsun öyle yüzüme? Ben buyum işte!" diye bağırmak geliyordu içinden. Ama insanın, "Ben buyum işte!" diye bağırabilmesi için, az da olsa, bir şey olması gerekiyordu. Oysa Filiz hiçti, bir hiç. "Kadınlığım da yok!" diye yineliyordu. Güzel olduğun».söylüyorlardı. Yetmiyordu bu ona. istediği kadar güzel olsun!
0 Yorumlar