Baran Güzel - Her Kötü Geceden Sonra


SONRA GEÇECEK

Yalnızlığın ıstırap değil, ihtiyaç olduğu zamanlardı. 
Sahilde gezmek. İyot kokusu. Vapur düdüklerini duyunca korkuyla sarsılmak. Kapı önüne bir kap su bırakmak. Kedileri mıncıklamak. Sevdiğim kadını ağız dolusu öpmek. Öpülmek. Bir salatalığı kabuğuyla dişlemek. Her şeyi olduğu gibi kabullenmek. Aslını astarını sorgulamadan. Düşünmeden inceliklerini. Küçük dertler yüzünden büyük zamanları uykusuz geçirmeden öylece yaşamak. Keyifli şeylerdi.
Birlikte sarsıntılarla dolu beş koca yıl geçirdik. Sonra yürüdüğümüz yol altımızdan kaydı. Çatlayıp çatallandı. Birbirimizden uzaklaşıp. Parçalanıp. Başka yataklarda uyandık. Dahası başka omuzlarda. 
Başlamak için dakikalarca düşündüm. İlk cümleyi bulmanın sevinciyle konuştum. Cevap beklemeden. Ona söz hakkı vermeden. 
Bazı sözcükleri ağzımdan çıkarmak için birkaç kez öksürdüm. Sigara içtim bolca. Gül satmaya çalışan bir çocuğu kovdum. Anneme sövdü. Öksürdüm. Ayağımın dibinden geçen bir hamam böceğini ezdim. Öksürdüm. Yaşadığımız onca şeyi bütün naifliğiyle mutluluğu ve hüznüyle ve sersemliğiyle noktasız virgülsüz anlattım
Birbirimize son sözlerimizi söyledik. 
Yaralar açtım. Yaralar kapattım. Aldatmalarım, aldatmalarım, aldatmalarım oldu, dedim. Yüzlerce kez affedildim. Biraz da ağladım sanırım. Ya da ağlamaya zorladım kendimi. O duyguya girmek için babamın mezarını bile düşündüm. Bazı yaralar kapanmazmış. İnsanda ölmeye mecal bırakmadan. Daha çok sevilmek için daha çok nefret ettim. Bunu anlattım.
Ayrılmamız gerektiğini bir şekilde anladık. 
Başkasıyla mutlu olabilme ihtimalini ikimiz de tatlı tatlı düşündük sanırım. Birbirimize yasakladığımız şeyleri başkasında serbestçe yaşama fikrine usulca sığındık. 
Saçlarını okşadım onun. Elimin kıllı tarafıyla yanaklarını sildim. Ayrılmamız gerektiğini bir şekilde anladık. Kolay olmadı tabii. Çat diye bitirmedik. Yapımı beş yıl sürdü bu ayrılığın. Dudaklarımız son kez birbirine değer gibi oldu. Titreşerek. Titreşerek. Titreşerek. 
Sokağın ışıkları söndü sonra. Evlerin gözleri kapandı. Sokak lambasının altındaki sivrisinekler burunlarımıza kaçtı. Bu karanlık böyle iyi, diyemedik. İnsanı sağır eden bir sessizlik etrafımızı sardı. Bana yaklaştığını, koluma değen dirseğinden anladım. Soluk alıp verişinden göğsünün hızla şişip indiğini. Yüzünü daha iyi seçebilsem, kocaman gözlerinin panikle yaşardığını fark edebilirdim.
Sonra nereden geldiğini anlamadığım bir cırcırböceği sesi her tarafa yayıldı. Tepede parlak bir ay. İleride ışıklar. Yürümeye başladık. Süleymanpaşa’dan Bahariye’ye açılan sokağın sonunda durduk. Daha doğrusu bir duvar tarafından durdurulduk. Boyu nereden baksan üç metre. Tuhaflığı enine boyuna düşünmeden döndük. Bize başka yol mu yok dedik. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin yanından geçip Söğütlüçeşme Caddesi’ne inen merdivenlerin önüne geldik. Merdivenler bir şekilde sökülmüş. Önümüzde nerden baksan dört metrelik bir uçurum. Bize başka yol mu yok dedik. Süleymanpaşa’dan Fenerbahçe’ye doğru. Başka bir duvar daha. 
“Ben korkmaya başladım yalnız,” dedi.
“Korkma,” dedim. “Bin tane yol var, hepsi kapalı olacak değil ya.”
“Bu merdivenler birdenbire nereye kayboldu? Şu duvar daha birkaç saat önce yoktu.”
“Tuhaf göründüğünü biliyorum. Ama illaki bir açıklaması vardır bunun.”
Uzakta ışıklar vardı, onlar da söndü. Karanlık, kangren gibi şehrin her yanına yayılıyordu. Birbirimize iyice sokulduk. Kollarım utanmadan gövdesini kucaklıyordu artık. 
Farklı farklı yollar denedik. Türlü sokaklardan geçtik. Birileri duysun diye avaz avaz bağırdık. Ne bir baş uzandı pencerelerden ne de küfür eden oldu balkona çıkıp. Kapıları yumrukladık açan olmadı. Telefonlarımızın sinyal çubukları yeşersin diye boşuna debelendik. Bütün sokaklar çıkmaz. Gidecek hiçbir yer yok. 
“Olmayacak böyle,” dedim. “Sen doğuya doğru git ben batıya. Çıkış yolunu bulan seslensin.”
“Yalnız yürümeye korkuyorum,” dedi.
Arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Süleymanpaşa’dan Bahariye’ye çıkan yolun sonunda duvar falan yoktu. Seslenecektim ki onun bağırdığını duydum. Ayrıldığımız yerde nefes nefese buluştuk. 
“Şu sokağın sonu temiz,” dedim.
“Şu sokağın sonu da temiz,” dedi.
Önce onun bulduğu çıkışa yürüdük. 
Tam karşımızdaydı işte. 
“Az önce bu duvar yoktu,” dedi. 
“Zararı yok. Benim bulduğum çıkışa gidelim.”
Süleymanpaşa’dan Bahariye’ye çıkan yolun sonunda duvar vardı yine. Küfrettik. Sinir krizleri geçirdik oracıkta. Duvara tekmeler savurup durduk. Tırmanmayı denedik ama her sefer kayıp düşmemizle sonuçlandı. 
“Baştan deneyelim.” Bunu kimin söylediğinin bir önemi yoktu. “Bu kez sen kuzeye ben güneye. Çıkış yolunu bulan seslensin.”
Bulduk ve seslendik. Sonra yine ayrıldığımız yerde nefes nefese buluştuk. Önce benim bulduğum çıkışa gittik sonra onun. Bir anda peyda olan duvarlar gittikçe büyüyor, üzerlerinde koca koca burçlar olan surlara dönüşüyordu.
Ayrılmamız gerektiğini bir şekilde anladık. Nefes almakta zorlanan göğüslerimizi belki de son kez değdirdik birbirine. 
“Sen,” dedim, “doğuya git ben de batıya. Çıkış yolunu bulan seslenmesin.”
Süleymanpaşa’dan Bahariye’ye çıkan yolun sonunda duvar falan yoktu. Boğa’ya kadar koştum. Sokak lambaları yandı. Ellerinde bira şişeleri, birkaç insan. Kokoreççinin önünde iştahlı köpekler. Açık pilavcı aradım.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar