Elias Canetti - Sözcüklerin Bilinci


Somut olandan kaçmak, düşünce tarihinin en gizemli olaylarından biridir. Önce en uzakta olana yönelmek, en yakında bulunan ve insanın sürekli karşılaştığı ne varsa, tümünü görmezlikten gelmek yolunda belirgin bir eğilim vardır. Ani atılımlar ve uzaklara yapılan keşif gezilerinin serüvenci, gözü pek görünümü, bunların gerçek nedenleri konusunda yanılgılara yol açar. Oysa burada çoğu kez söz konusu olan, en yakınımızdakinden üstesinden gelemeyeceğimiz için kaçmamızdır. Yakınımızda olanın tehlikelerini hissedince, bilmediğimiz başka tehlikeleri bunlara yeğleriz. Her zaman bulunabilen bu başka tehlikeler, başlangıçta ansızın ortaya çıkıştan ve bir eşi daha yokmuş görünümünden kaynaklanan bir çekiciliğe sahiptir. İnsan ruhunun bu serüvenci yanını, kimi zaman açık bir yetersizlikten kaynaklanmasına karşın, suçlayabilmek, ancak çok kısıtlı bir bakış açısının işi olabilir. Bu serüvenci yan, ufkumuza varlığıyla övündüğümüz bir genişlik kazandırmıştır. Gelgelelim günümüzde insanlığın durumu, hepimizin bildiği gibi, en yakın ve en somut olana yönelmemizi zorunlu kılacak kadar ciddidir. En kötü olasılığı göz önünde tutabilmek için daha ne kadar zamanımız kaldığını kestiremiyoruz bile; oysa yazgımız, belki de henüz yaşamadığımız acı deneyimlerce yönlendirilecektir.
Bugün hayatta kalmak'tan söz etmek istiyorum; böylece dile getirmek istediğim, birinin başkalarından daha uzun yaşaması; amacım, bu hayatta kalma durumunun, kesin olmaktan biraz uzak bir anlatımla güç ve iktidar diye nitelendirdiğimiz her şeyin özünü oluşturduğunu göstermeye çalışmak. İşe çok yalın bir gözlemle başlayacağım. 
Ayakta duran insan, özerk bir görünümdedir; sanki yalnızca kendisi için vardır ve her türlü karan verebilme olanağına sahiptir. Oturan insan, oturduğu yere basınç yapar, ağırlığı dışardan algılanır ve bir süreklilik duygusu uyandırır. Bu oturma konumunda, o insanın düşmesi olanaksızdır; doğrulduğunda ise daha büyür. Dinlenmek için uzanmış olan, yatan insan ise, tümüyle silahsızdır. Uyumasından ötürü içine girdiği savunmasız konumda ona yaklaşmak, çok kolaydır. Yatan insan belki düşmüş, belki de yaralanmıştır. Yeniden ayağa kalkmadığı sürece, ona güçlü biri gözüyle bakılamaz. 
Artık asla ayağa kalkamayacak olan ölü ise, olağanüstü bir etki yaratır. Bir ölüyle karşılaşan birinin ilk tepkisi —özellikle ölen kendisini ilgilendiriyorsa; ama böyle olması da şart değildir— gördüğünün ölmüş olduğuna hemen inanmamaktır. Düşmanı idiyse korkuyla, dostu idiyse de içi titreyerek, umutla yatanda en ufak bir kıpırtıyı algılamaya çalışır. Hareket edip etmediğine, soluk alıp almadığına bakar. Hayır, soluk almamaktadır. Hiç hareket etmemektedir. Gerçekten ölmüştür. İşte o anda, ölüm olgusu karşısında duyulan dehşet başlar; bu her şeyi kapsayacak denli dev boyutlara sahip tek olgudur. Bir insanın bir ölüyle karşılaşması, kendi ölümüyle karşılaşması anlamına gelir; gerçekten ölmediği için, ne de olsa kendi ölümü gibi değildir bu karşılaşma; ama öte yandan her zaman bir başkasının ölümü söz konusu olduğundan, kendi ölümünü aşan bir şeydir. Duyarsızlığını yüreklilik ve erkeklikle karıştıran profesyonel katil bile bu hesaplaşmadan kaçınamaz; benliğinin çok iyi gizlenmiş bir köşesinde, aynı dehşeti o da yaşar. Ölünün gözlemci tarafından algılanması üstüne, tüm algılamalar içerisinde en derin anlamlı ve en insana özgü olan bu algılama üstüne çok şey söylenebilir; bu algılamayı eksiksiz tanımlayabilmek için günler ve geceler harcanabilir. Bu algılamanın en görkemli örneği ise, en eski örnektir: Sümerli Gılgamış'ın arkadaşı Enkidu'nun ölümü karşısında duyduğu acı. 
Ama burada bizi ilgilendiren, kurbanı olmaktan utanmamıza gerek bulunmayan, bu yüzden de hiçbir dinde hasıraltı edilmeyen bir yaşantının bu açık evresi değil, bunu izleyen bir sonraki evredir; bu, varlığını onaylamaktan hoşlanmadığımız, sonuçları açısından bir öncekinden çok daha önemli ve insana yakıştığı hiç söylenemeyecek bir evredir. Güç ve iktidarın ne olduğunu ve nelere yol açtığını anlamak istediğimiz takdirde, gerek gücün, gerekse büyüklüğün özünde yatan bu evreyi korkusuz, acımasız göz önünde bulundurmak, karşımıza bir zorunluluk olarak çıkar. 
Uzanmış yatan bir ölüyle karşılaşanın duyduğu dehşetin yerini, rahatlama duygusu alır: Ölen, ölüyle karşılaşan kişi değildir. Olabilirdi. Ama ölmüş olan, ötekidir, bir başkasıdır. Ölüyle karşılaşan ise dimdik ayaktadır, ne yaralanmıştır, ne de kılma dokunulmuştur. Ölen, ister onunla karşılaşanın eliyle yaşamı son bulmuş bir düşman, ister yitirilmiş bir dost olsun, her şey sanki hayatta kalanın karşısına çıkan ölümü bir başkası kendi üstüne çekmiş gibi bir görünüm oluşturmaktadır. 
Hızla egemen olan duygu, bu duygudur Başlangıçtaki dehşet, bir doyuma ulaşma duygusuyla karışır. Henüz her şeyi yapabilecek olan, ayakta duran insan, dimdik ayakta oluşunun bilincine hiçbir zaman bu denli varmamıştır. Başını bu denli dik tutabildiğini hiç algılamamıştır. Kendini tümüyle o anı yaşamaya vermiştir ve ölüye üstün olma duygusu, onu ölüye bağlamaktadır.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar