Gabriel García Márquez - Yaprak Fırtınası


Bir an gelir öğle uykusu tükeniverir. Böceklerin o gizli, saklı, minicik hareketleri bile tam o anda sona erer; doğanın akışı durur, bütün dünya kaosun kenarında tökezler, kadınlar, işlemeli yastıklarının çiçeği yanındayken, salyaları akarak, sıcaktan ve öfkeden boğulacak bir halde doğrulurlar ve şöyle düşünürler: “Macondo’da bugün hâlâ günlerden çarşamba.” Sonra yeniden bir köşede büzülüp oturarak uykuyla gerçekleri uç uca getirirler ve sanki kasabanın bütün kadınlarının pamuklu ipliklerden ortaklaşa hazırladıkları kocaman bir çarşafmış gibi fısıltıları dokumaya karar verirler.
Eğer zamanın içerideki temposu dışarıdakiyle aynı olsaydı, şu anda biz güneşin altında, tabutla birlikte sokağın ortasında olurduk. Dışarıda vakit daha geç olurdu: gece olmuş olurdu. Eylül ayında mehtaplı ağır bir gecede kadınlar avlularında oturmuş, o yeşil aydınlığın altında yârenlik ediyor olurlardı, biz üç döneklerse bu kupkuru eylül ayında güneşin altında sokakta olurduk. Töreni kimse engelleyemeyecek. Belediye başkanının törene karşı gelme kararından vazgeçmeyeceğini, bizim de eve dönebileceğimizi sanmıştım; çocuk okula gider, babam da, ayaklarında sabolarıyla, elindeki ibrikten başından aşağı soğuk suları akıtır, sol tarafında da buz gibi soğuk limonata sürahisi dururdu. Ama şimdi durum farklı. Babam bir kez daha yeterince ikna edici olmayı başararak, başlangıçta belediye başkanının dediğim dedik sandığım kararına karşın kendi bakış açısını kabul ettirdi. Dışarıda kasaba halkı, sonu gelmez, değişmez ve acımasız fısıltılara kendini kaptırmış bir halde fokur fokur kaynıyor; son rüzgârlar en son geçen öküzün ayak izlerini sildiğinden beri el değmemiş bir halde tertemiz duran sokaktaysa tek bir gölge bile görünmüyor. Kimseciklerin olmadığı bir kasaba burası, kapısı bacası kapalı duran evlerin odalarında kötü niyetle söylenmiş sözcüklerin usul usul kaynamasından başka bir ses duyulmuyor. Bu odanın içindeyse çocuk kıpırdamadan oturmuş ayakkabılarına bakıyor; bir gözü lambada, bir gözü gazetelerde, bir gözü ayakkabılarında ve nihayet her iki gözü birden asılmış adamda, onun o ısırdığı dilinde, artık hırsla bakmayan o cam gibi donuk it gözlerinde; iştahı kalmamış ölü köpek gözlerinde. Çocuk ona bakıyor, tabutun tahtalarının altına upuzun yatırılan o asılmış adamı düşünüyor; hüzünlü bir hareket yapıyor, işte o zaman her şey değişiyor.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar